New Blood – Kan Geldi

imagesBana taze kan geldiği kesin. İngiliz dizileri tabi ki favorilerimden ama bir diziyi sırf haluk bilginer varmış bir bakayım diyerek açıp sonra aman ya o olmasa da olur, ben bunu çok sevdim diyerek alt yazısı olmadan merakla izlemek  işte bunu beklemiyordum.

her şeyden önce diziyi öyle sevdim ki orjinalinden izliyorum. beklemek istemiyorum. peki ne beni bu kadar çekti. dizi ahım şahım mı süper mi belki değil ama o salak ikili var ya o salak ikili işte beni oradaki acemi dedektifimiz said çekti.

normal polisiyelerde klişeler vardır. mesela aşırı zeki dedektif ,tuhaf dedektif veya geçmişinde büyük acılar olan dedektif gibi. burada ise bu suçlulara meydan okuyan ikili öylesine alalade ve acemi ki öyle olunca da samimi geliyor.

said bir dedektif daha doğrusu olma yolunda çırpınan biri , benim favorim olur kendileri diğer adam ise aslında polis değil hala nerede çalıştığını anlamadım ama bir şekilde bir araya gelip büyük suçluların peşinde koşuyorlar.

diziyle ilgili çok bir şey söylemeyeceğim uzun zamandır beni yakalayan ilk ingiliz dizisi oldu . herkes sever mi bilmem ama ben pek sevdim .

bir şans verin derim , şimdilik esen kalın efem :=)

KUZEY VE GÜNEY SON SAYGI DURUŞU :)

Kuzey Güney

Elizabeth Gaskell  bu romanı yazdığında 160 yıl sonra dünyanın bir ucunda şanslı bir kaç azınlığı böylesine etkileyeceğini düşünür müydü bilmem ama arkadaşlarım ve altınbilek yayınları bizleri düşündü ve kitap sonunda türkçeye çevrildi . Kitabı bitirdiğime göre son saygı duruşumu da yapabilirim .

konusundan kısaca bahsetmekle başlayalım. Margaret hale babası güneyde papazlık yaparken birden hayatı değişen bir genç kız. babasının kiliseyi bırakıp milton a taşınmaya karar vermesinden sonra tüm hayatı yeni açılan bir kapıyla değişiyor. John thornton ise miltonlı bir fabrikatör , bir ticaret adamı kimlerinin aşağı tabakadan gördüğü bir tüccar kimilerinin patron yakıştırmasıyla her türlü zalimliği yakıştırdığı biri ama margaret ın  kullandığı centilmen olgusunun tamamen dışında biri. margaret güneylidir. sakin , doğanın tüm güzelliklerinin ışıldağı insanların bambaşka değerleri olan bir yerden gelmektedir , merhametlidir, hoşgörülüdür ama kibirli ve dik başlıdır ve kendini asla kuzeye ait hissetmez. john kuzeylidir. hırçındır , öfkelidir, kendi doğruları vardır ve onlardan asla vaz geçmez ayrıca mücadeleci , çalışkan ve sert karakterinin altında dürüst güvenilir ve adaletlidir. iki zıt karakterin yolları kesişir de biri diğerine aşık olursa üstüne bunların ortasında toplumsal zıtlıklar , değişim rüzgarları , sosyal kavgalar , grevler, patronlar işçi  sınıfı sorunları , ticaret zorlukları , kapitalizimin zalim değişim atmosferi ,içi içe gerçerken dini çelişkiler, vicdani yükler , doğrular , yanlışlar , inançlar , düşünceler ve bu idealler uğruna sessizce harcanan hayatlar ardında kopan fırtınalı çığlıklar arasında bir aşk ve bu aşkın büyük mücadelesinde kayıtsız kalınamayan insanlık.

bu kitabı aslında en iyi charles dickens anlatmış kitabı elizabeth margaret hale adıyla çıkarmak istemiş ki bu tam elizabeth e göre bir isim hem kahramanlarının kadın olması kitaplarının sadece onlar etrafında şekillenmesi diğer herkesin bu hayatlarda birer figürandan öteye geçmesi hem de diğer kitabı mary barton da ismi sadece en önemli karakterden alması insana bu tam da elizabethlik diyor.  ama dickens bu kitaptadaki zıtlıkları öyle iyi vurgulamış ki insan kitabı sadece böyle bir isimle anmak istiyor bu kitabı böyle kıymet kılan en önemli özelliği olan zıtlıkların aynı potada erimesi bir yana sosyal olayların da böyle derinlemesine ele alınması sadece bir aşk hikayesi değil de aslında bütün bir hayatın resmi olması bu aşkında diğer hayatlardaki gibi yalnızca yaşamın akışında yer alması bu kitabın ismini çok daha güzel işlenmesine sebep veriyor.

diğer romanlarda yer alan salt aşk öğesi elizbeth de barınmıyor o hayatı anlatmayı insanların sosyal ekonomik dini durumlarını tasvir etmeyi de es  geçmiyor böylece gönlümüzü kazanıyor ki  diğerleri bunu pek başaramıyor. bütün bir dönemi gözler önüne sermesi dışında karakterleri de asla kusursuz değil bu yanı da diğer aşk kitaplarından ayrılıyor. mücadele içinde yoğrulmuş bir hayatın şekillendirdiği john sert mizaçlı bir karakterken içinde bir nebze merhamet aramak bize düşerken margaret ise hiç tanık olmadığı hayatlar yüzünden tasasız bir hayatın verdiği aşırı merhamet , hoşgörü ikliminde ilerlerken ikisinin de yaşadıkları olaylarla nasıl da değişime – ki çok fazla olmayarak bizi işkilendirmiyor- maruz kaldıklarını görüyoruz. john kuzeyli olması ve iş hayatı çarkında dönmesi gerekirken margaretttan daha tutkulu daha aşk dolu daha sahiplenici daha sabırlı daha mücadeleci oysa bizim alışılagelmiş olduğumuz aşık bayan karakterler bundan daha sevgi dolu olur ve dişi olmalarından dolayı sevgileri daha vericidir.

ben bu kitaba uyarlama sayesinde aşık olmuş kitabı dizisinden çok sonra okuma şerefine nail olmuştum. bu yüzden bir parça çekincelerim vardı acaba hayal kırıklığı olur mu diye ama öyle olmadı kitap tam bir şaheser.

kimi zaman margaret gibi iki arada kalmış hissettim. bir taraf da haklı olduğunu düşündüğüm işçi sınıfı diğer tarafta john un ticaretle ilgili savundukları john u ne kadar sevsem de -ki kitapta onu hiç kimsenin sevemediğini söylediği yerde çiğerim yandı bitti kül oldu 🙂 – ben hala içimde işçileri destekliyorum . yazarın diğer kitabı mary barton da da şahit olduğum ezilen işçi sınıfı beni buna itmiş olabilir 🙂

sonra margaret gibi o insanların yokluk mücadelesini görüp de güzel elbiseler giyip eğlenen insanlardan biri olmayı vicdani bir sorun olarak görüyorum .

bu kitabın ana karakteri margaret son derece zeki , güzel , iyi huylu ve güçlü ama ben içten içe john u sevip onları iki taraf gibi gördüğüm zamanlarda margaret a kızgınlık besledim.  duygularını açan bir insana böyle acımasızca davranmak zalimlik değil de nedir 🙂

kitap 656 sayfa bu kadar konuştuğum için çokça spoiler verdiğimi düşününe bilirsiniz ama hayır vermedim . sadece giriş yaptım kitapta o kadar çok detay var ki benim ki sadece karakterler ve kitap üzerine bir inceleme. bu kitabı neden bu kadar çok sevdiğim diğerlerinden farkı nedir diye yaptığım bir inceleme o kadar.  böyle sadece bir kaç kitap vardır benim için tutkuyla bağlandığım mesela biri rüzgar gibi geçti ve onun en sevdiğim cümlesi açıkçası canım umurumda değil bloguma esin kaynağı olmuştur. onun kadar derin bir kitap bu kuzey ve güney uyarlamada en sevdiğim cümle olan cehenem kar beyaz dizeleri maalesef kitabın orjinalinde yok ama merak etmeyin orjinalinde de çok güzel cümler var . mesela

bazı dileklerim geçti aklımdan ,belli belirsiz bir sevinçle doldu içim

bir iki zavallı melankolik mutluluk ,

her biri umut ışığının solgun, soğuk ışığında, ,

dayanıksız kanatları gümüşi renkte, sessizce uçup gitti ay ışında kelebekler.

bu yazı bitmez ama bitirmem lazım yoksa bu kitapla ilgili destan bile yazacak muhabbete sahibim 🙂  son olarak bu hikayeyle tanışmamı sağlayan bbc uyarlamasından haberdar ettiği için akiraya, kitabın orjinaliyle beni buluşturan hikaruivy e türkçesine çeviren altın bilek yayınlarına ve türkçe halini bana ulaştıra ve lefea ya sonsuz teşekkürlerimi sunup huzurunuzdan ayrılıyorum ne çok konuştum .

esen kalın efem  🙂

The Remains of The Day- Günden Kalanlar

remaKitabı çok beğenmiştim bir uyarlaması olduğunu bilip izlemesem olmazdı . Çok beğenerek izlediğim bir film oldu. oyunculuklar süperdi. diyecek söz bulamıyorum. atmosfer aynı gibiydi sadece bazı yerleri kitaptan uyarlamamışlar değiştirmişler . böyle de güzel olmuş ama film yine de kitabın yanında bir parça eksik kalıyor çünkü biz bay stevens ın düşüncelerini kitap sayesinde çok iyi biliyor onu anlıyorduk.  fakat film bu konuda eksik onu niye yaptı bunu niye yaptı anlamak için onun duygularını düşüncelerini bilmek gerektiğini inanıyorum izlerken hep ama kitapta bu böyle açıklanmıştı dedim .

görselliği çok güzel . o yılları merak edenler için yine muhteşem bir dönem filmi olmuş.  filmi kaçırmayın derim böyle değerli iki oyuncunun böyle değerli bir performansı izlenmeli ama kitabı muhakkak okuyun çünkü onsuz bu film eksik kalır. benden bu kadar efem 🙂

Öteki Kraliçe – Tudor Masalına Devam

malumunuz ben philippa gregory ‘nin bütün serisini okumuştum bir tek öteki kraliçe kalmıştı çok zaman geçti bir türlü kitabı alamadım. geçenlerde kardeşim görüp bana hediye diye almış ee ne yaptım oturup bir solukta okudum . fakat çok zaman geçmesinden mi yoksa yazarın tarzına bu kadar alışkın olmamdan mıdır bilinmez diğer altı kitaptan aldığım tadı alamadım. bu kitap daha az sürükleyici daha az merak uyandırıcı olmuş.

diğer kitaplarda da sonunun ne olacağını biliyordum yani tarihi kişilikler olduğu için kim öldü kim kaldı belliydi ama işleniş öyle akıcı ve merak uyandırıcıydı ki kaç sayfa olursa olsun bir solukta biterdi oysa bu kitap beni diğerleri kadar tatmin etmedi daha heyecanlı bir şeyler beklerdim. bu sebepten kırmızı kraliçe için fazlasıyla heyecanlanmıyorum.

konusuna gelirsek bakire kraliçe elizabeth in kuzeni iskoçya kraliçesi mary ile girdiği taht mücadelesinden ibaret.  iskoçya kraliçesi, ingiliz tahtı varisi ve fransanın eski dul kraliçesi olan mary katoliklerin desteği ile iskoçyaya geri dönüp hem ingilteredeki esaretin kurtulmak hem de bir gün ingilterenin kraliçesi olmak için planlar yaparken  , protestan elizabeth tahtını ve dininin geleceği için iskoçyalı mary i tutsak olarak tutmak ve yenilmemek için çabalıyor. iki kraliçe nin ve iki dinin ortasında kalan bess ve george ı da unutmamak lazım.

kitap benim boleyn mirasında da çok sevdiğim farklı kişilerin ağzından yazılmış. ben bu tür anlatımları seviyorum.  üç farklı bakış açısı ile anlatılıyor. hem karakterlerin düşüncelerine doğru da bir yolculuk yapmış oluyoruz.  kimin haklı kimin haksız olduğunun belli olmadığı ,herkesin kendince kendi çıkarları doğrultusunda hareket edip, kendini korumaya çabaladığı bir dünya . herkes her an hain , dönek ve güvenilmez olabilir. en yakın kişiler bile casus olabilir. bu dünyada herkes kötü ve aynı zamanda herkes insani olarak ters olsa da kendi için en doğrusunu yapıyor. ben hiç bir karakteri sevmedim ama george  daha bir gıcık oldum. şeref şeref diyenlerin tehlike anında ilk dönen insanlar olması ne ironik.

harika bir kitap diyemeyeceğim ama seriyi takip edip tarzı seviyorsanız sıkılmadan okunduğunu söyleyebilirim. zaten 590 küsür sayfa akıp gidiyor. eğlenmek için güzel.

not : bu kitap da olmasa bloga uğrayacağım yokmuş 🙂

esen kalın efem 🙂

Elizabeth Gaskell Tutkunları Buraya :)

Biliyorsunuz ben Elizabeth Hayranıyım . Kuzey Güney dizisi ile bağlandım yazara ve sonra kitabı sağ olsun hikaru sayesinde okudum ama ingilizceysi . türkçe çevirisi yok diye nbe çok üzüldüm . eşler ve kızları dizisini de çok sevdim her iki eserden de burada bahsetmiştim . o kitabın bir tek çevirisi var bu yüzden diğer güzelliklerinde çevrilmesi için sizi oy kullanmaya davet ediyorum.  chibi sayesinde haberim oldu sizi detaylı bilgi için onun yazsını davet ediyorum. çok değerli bir yazarın eserlerinin bu ülkede çevrilmemesi büyük kayıp bu yüzden lütfen oy kullanalım 🙂

oy kullanmak için TIK TIK

CHİBİ’nin yazısı için TIK TIK …

esen kalın efem 🙂

The Tenant of Wildfell Hall ve Agnes Grey

İki yıl olmuş bu blogu açalı .bunca zaman hep yazmak istediğim bir yazı vardı bronte kardeşler ama bir türlü yazamadım . madem onu yazamıyorum teker teker kız kardeşlerin eserlerinden bahsedeyim istedim . İlk sırada bir hayli ilginç olan Anne Bronte var . İlginç çünkü anne kız kardeşleri gibi romantizm kısmına fazla kapılmamış daha gerçekçi kitaplar yazmış. Ne Uğultulu tepelerdeki gibi saplantılı bir tutku ne de Jane Eyre deki gibi delice bir aşk var. Anne bu gerçekçi yanı ile ilgimi fazlasıyla çekti . tabi ki dönem uyarlamalarında romantizmi seviyorum tercihimdir ama böylesine gerçekçi bakış açıları da güzel hani . her şeyin birbirine benzediği kızların muhakkak çok yakışıklı ve harika kişilikte erkekler tanıştığı kitaplar içerisinden sıyrılmayı bilmiş nadide yapımları var.

ilk önce  The Tenant of Wildfell Hall ‘dan bahsetmek istiyorum üç bölümlük bir uyarlamasını bulup izledim alt yazı yok ama ingilizcesi gayet anlaşılır hiç zorluk yaşamadım izlerken .  mini dizi bir çocuğun yatağından kaçırılması ile başlıyor . biz o gerilim müziği altında ne oluyor derken bir de bakıyoruz ki çocuğu annesi kaçırmış. helen küçük oğlunu da alarak kaçıyor. yeni bir hayat , kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştığı bir yaşam için. bu kitabın ilk feminist eserlerden biri olarak kabul edildiğini söylemeden geçemeyeceğim.  şimdi çok doğal olsa da o dönemi hayal edince helen çok cesur bir kadınmış üstelik anne bronte bunu yazarken çevresinden esinlenmiş diye bir dedikodu da var ki akıllara zarar.

nerde kalmıştık helen gittiği yeni yerde insanlardan kaçar bir nevi uzak durmak ister onlarsa merakla onu izler. bir süre sonra da helen onlara yakınlık duymaya başlar ama kasaba halkı onun hakkında çıkan dedikodular yüzünden ondan kaçmaktadır. helen hayatını resim yaparak kazanır küçük oğlu arthur tek dünyasıdır fakat bu yeni yaşamında ona arkadaşlık eden biri daha vardır. Gilbert Markham genç bir çiftçi.  gilbert helen e aşık olur ve onun hayatının sırrı da böylece ortaya çıkar. helen on sekiz yaşında bir genç kızın romantik duygular ve tecrübesizlikle nasılda aşk tuzağına yakalandığını gösterir bize ve erkeklerin aslında kendilerini nasılda yanıltıcı gösterebildiklerini o dizi ve romanlardaki gibi centilmen olan erkeklerin her zaman hatta gerçek dünyada hiç bir zaman bulunamayacağını ve evliliğin nasıl berbat bir hal alabileceğini . ben kendi adıma esere bayıldım kötü adama bile bayıldım . ve replikleri çok hoşuma gitti. mesela bir yerde arthur  ile helen arasında şu konuşma geçiyor.

H: “only if you loved yourself as much as I love you”

A:”I know myself too well”

bir diğer alıntı

But smiles and tears are so alike with me, they are neither of them confined to any particular feelings: I often cry when I am happy, and smile when I am sad.

Aslında çok fazla alıntı var ama yeter bu kadar 🙂

sırada Agnes Grey var . bir mürebbiyenin hayatını anlatıyor bu kitapta kitabın başlarındayım daha bitirmedim.  ince bir kitap ingilizcesi de anlaşılır.  agnes ailesini ikna edip mürebbiye olur ama hayal ettiği gibi çıkmaz hiç bir şey. ev sahiplerinin kaba davranışları , çocukların yanlış aile terbiyesi yüzünden ona yaşattıkları o genç yaşata hakim olmaya çabalaması ve gerçeğin aslında hiç de romantik olmadığı gözler önüne sermesi açısında çok güzel bir eser. kendi ayakları üzerinde durmayı hayal eden , kendi parasını kazanmak isteyen agnes ailesi tarafından el bebek gül bebek büyütülmüş zengin olmamasına rağmen sıkıntı yaşamamışken böylesine zorlu bir tecrübe ile karşılaşıyor.  kitabı henüz bitirmedim ama şu ana kadar o dönemle ilgili kurduğum kibar insanlar potresini yıktı ve yazarın bu üslubunu beğendiğimi söylemeliyim . oradan da bir alıntı yapıp yazıyı sonlandırırken Anne Bronte  ne kadar özel bir yazarmış okuyup izleyip farkına varmanız ümidiyle  esen kalın efem 🙂

“I wondered why so much beauty should be given to those who made so bad a use of it and denied to some who would make it a benefit to both themselves and others.”

“It is foolish to wish for beauty. Sensible people never either desire it for themselves or care about it in others. If the mind be but well cultivated, and the heart well disposed, no one ever cares for the exterior.”

 

Söz ve Müzik – Music and Lyrics

Bu  filmi üniversite yıllarımda  sınıf arkadaşlarımla gittiğimiz  sinema aktiviteleri sırasında izlemiştim .  O zamanlar daha sık  sinemaya gidiyorduk sanırım malum öğrencilik 🙂 o zamanlar yabancı film izlemeye meraklı tek kişi olarak alt yazılı filme arkadaş götürmeye çalışmak, grubu ikna etmek pek mümkün olmadığında türk filmlerine de gitmiştim ondan sonrada türk filmi izlemedim zaten. üniversitede arkadaş baskısıyla izlediğim filmler ve benim onlara zorla izlettirdiğim  yabancı filmler sonrasında yapılan sohbetler çok özlediğim anılar …

neyse filmden bahsedelim Film 2007 yılı yapımı Drew Barrymore ve Hugh Grant oyunculukları ile göz banyosu sağlıyor . Filmi anlatmamın sebebi  o zaman çok sevdiğim filmi tekrar izlediğim halde aynı tadı zevki almam . öyle sıcak öyle esprili ve öyle eğlenceli ki asla sıkılmadan bir de kendinizi müziğe bırakarak çok güzel bir iki saat geçiriyorsunuz.

şarkılar çok güzel ben sevdiğim bir kaç şarkıyı tekrar tekrar dinledim . müzikli filmleri seviyorum . konusuna gelirsek 80 ‘lerde pop adlı grubun üyesi olan Alex yıllar sonra grubun dağılması ve popüleritesini yitirmiş bir şarkıcı olarak pek rağbet görmüyordur . gençler onu tanımaz ve sadece ufak çaplı işler alır. luna parkta şarkı söyleyen biridir artık.   bir gün çok ünlü olan cora tarafından bir teklif alır. cora zamanında onun şarkılarını dinlermiş ,çocukluğunda ona hayranmış bir şarkı yapmasını ister. ama bir sorun vardır alex müzik yazabilir ama söz asla , grup arkadaşı onunla birlikte yaptıkları üç şarkıyı çalıp albüm yaparak çok satmış ve yükselmişken alex yaptığı albümle dibi görmüştür. bu yüzden bir söz yazarı tutar . çiçeklerini sulamaya gelen sophie söz yazarında daha yetenekli çıkınca alex ona söz yazarı olmasını teklif eder fakat güven problemi olan berbat bir ilişki sonrası alex kadar dibe batan sophie bunu kabul etmez , alex ise tekrar ünlü olma şansını kaybetmek istemez bu yüzden kızı ikna etmek için çabalar sonrasında bu ikilinin birlikte şarkı yazmaları , bir birilerine  hayatlarını açmaları , yaralarını tedavi etmeleri ve bir bütün olma yolundaki yaşadıklarını izliyoruz.

80 ler müziğine bayılıyorum . filmdeki goes my heart ve aşka dönüş yolu adlı şarkılar çok güzel. ve alex ‘in yeniden ünlü olmak için göze aldıkları ama sophie ‘ye etik gelmeyen o durum çatışmaları , inandıklarını kaybetmek , insan ilişkileri , korkuları , vazgeçişleri , yeniden ayağa kalkma çabaları , bir birlerine benzemeleri ,hayatta kaybedişleri , müzik piyasası eleştirileri artık müziğin değil şovun önemli olduğu değer yargılarının pek önemsenmediği o yapay dünya , sevmek , güvenmek , hayal kırıklığı ve her daim gülümseten espriler ile dolu dolu bir romantik komedi.

filmi sevdim izleyin izlettirin keyifli zaman geçirin. şimdilik benden bu kadar iki şarkı linki bırakıp kaçıyorum .

PoP! Goes My Heart – Hugh Grant – Music and Lyrics  bu danslar çok komik ah seksenler ah modaya bak hele 🙂

The Way Back Into Love – Hugh Grant and Drew Barrymore  bu şarkının sözleri de anlamlı bayıldım 🙂

keyifli vakitler dilerim efem 🙂

Karman Çorman Bir Yazı

Bir kaç şeyi birden anlatıp kaçmak istiyorum bu yüzden ortaya karışık serisiyle başlıyorum 🙂

Eğer bir kitap okumak isterseniz Dostoyevski ‘nin Ezilenlerini tavsiye ederim . Ben Anna Karenina gibi eserler sebebiyle rus edebiyatını severim. Tabi iyi bir çeviri şart.  Çünkü yıllar önce okuduğum Anne Karenini kitabının farklı bir çevirisiyle nefret ettiğim kitap en sevdiklerimden oldu. Dilin , uslubun güzelliği çeviride hayat buluyor. Ezilenler aslında herkesin görebileceği karakterleri ve acıları barındıran bir hayattan kesit , insanları betimleme diyebilirim. Karakterleri öyle anlatıyor insanları canlandırmamak elde değil. Bütün kişilerinden nefret etmekle birlikte kitabı sevdim. Tavsiye edilir. Karakterler kötü ama her yerde olan normal insanlar. Gerçekçi bir yanı olduğunu söylemeliyim.

Yok ben eğlenmek istiyorum diyorsanız Şirinlerin filmini izleyin derim.  Çok severek izlediğim çocukluğumun şirinlerinin yeni versiyonu sizi neşelendirip , mutlu vakit geçirmenizi sağlayacaktır.  Hala o başlangıç kısmını hatırlarım ” Eğer uslu bir çocuk olursnız belki şirinleri bile görebilirsiniz. ” Tabi uslu olmadık 😀 Gargamel de hemen fişlenirdi korkunç büyücü gargamel vardı o kötüydü 🙂  Şirineninde dediği gibi bir şirin sevdim pişman değilim 😀

Yok bana gerilim , psikoloji türü bir şey lazım derseniz ortalama bir film olarak Dehşetin Gözlerini tavsiye ederim. Aslında hikayenin de sonunun da artık çok alışagelmiş ve tahmin edilebilinir olduğu kısmı görmezden gelirsek iyi bir tercih olabilir . Bu tür filmlere alışkın değilseniz şaşırtıcı bile gelir. Küçük bir  kızın büyük annesi ölür , onlara bir ev kalır . Onlarda o eve taşınır . Annesi iş bulur kızına ilgisizdir. Babası ise ona daha yakındır. Sonra kız tuhaf davranmaya başlar ve hayalet gördüğünü söyler. Annesinin ölen ikiz kardeşini gördüğünü söylemektedir. Ama annesi bu durumu red eder. Sonu ise izlemelik 🙂

Romantik bir şeyler izleyeyim diyorsanız   Jane Eyre ‘nin 2011 versiyonu ideal olabilir. Hikayeyi zaten biliyorsunuz . Daha önce izlediğim versiyondan farklı yanları var. Hikayenin anlatılış şekli pek tatmin etmese de görüntülerle iyi iş çıkarmışlar.  Başarılı 🙂

Bu da böyle bir yazı işte .  Hoş çakalın efem 🙂

Wives and Daughters – Elizabeth Gaskell AŞKINA !!!!

Wives and Daughters yine bir Elizabeth Gaskell harikası .   şurada yazdığım  North and South adlı uyarlamayı ne kadar sevdiğimi anlatamam sanırım. manga , manhwa , kore sineması , polisiye derken en sevdiğim şeylerden biri olan ingiliz uyarlamalarını bir süreliğine unutmuştum ama uzun sürmedi tabi 🙂

maalesef Elizabeth Gaskell türkiye de pek popüler değil bu yüzden çevrilmiş bir kitabını bulup okumak mümkün değil. kuzey güney eserinin orjinali var bende ama diğer eserlerini de okumak isterdim. yine de öyle başarılı uyarlamaları yapılıyor ki kitabın eksikliğini bir nebze unutturuyor.

jane austen çok yetenekli bir yazar fakat Elizabeth gaskell bambaşka bir yetenek. ikisini karşılaştırmıyorum . ikisini de ayrı seviyorum lakin elizabeth in  eserleri bende bambaşka etkiler bırakıyor.

mesela kuzey güneydeki şu inanılmaz replik  belki bir fikir sahibi olmanızı sağlar.

“I wish I could tell you how lonely I am. How cold and harsh it is here. Everywhere there is conflict and unkindness. I think God has forsaken this place. I believe I have seen hell and it’s white, it’s snow-white.” – Elizabeth Gaskell

neyse konumuz kuzey güney değil başka bir uyarlama ama ne yapayım bu uyarlamayı öyle seviyorum ki bahsetmeden edemiyorum 🙂

Wives and Daughters  yazarın son eseriymiş . bunu öğrenince neden bu kadar başarılı olduğunu da kavradım. elizabeth gaskell in o kıvrak zekasını her diyalogda hissetmek mümkün. ince bir zekanın ürünü olan konuşmalar sanat eseri gibi işlenmiş. dokundurmalar öyle zerafetle yapılıyor ki iltifat edermiş gibi laf sokmalar  var 🙂 bu ingilizler laf sokma işini bile ince dokundurmalar ve hayret verici ironilerle dolu cümlelerle gerçekleştiriyor.  çok güldüm. 4. bölümcük bir uyarlama ve her bölümünde gülmekten bir hal oldum 🙂 çok eğlenceli olduğunu itiraf etmeliyim.

elizabeth aslında eserde bolca dalga geçilecek konu bulmuş ve genelde ingiliz toplumunda yer alan zorunluluklar ve sahte mecburiyetleri tiye almış. bu yüzden son eseri olması insanı şaşırtmıyor. böyle bir uslup ancak zamanla olur.

hele karakterleri kadın karakterlerde gizli olmayan açıktan açığa bir başkaldırı bir direniş var. hariett , molly ve üvey kız kardeşi hepsi açık sözlü, bir bakıma isyankar,sivri zekalı , istedikleri dışında hiç bir şeyi yapmamaya özen gösteren karakterler. kadın karakterleri böyle güçlü çizmesi çok hoşuma gitti.

kısaca konuya dönersek. bir doktorun kızı olan molly annesini küçük yaşta kaybetmiştir. 17 yaşına gelince babası yeniden evlenir ve molly ye ne çok kötü ne de çok iyi olan biraz tuhaf bir üvey anne olan clare ve onun diller destan güzelliği ile insanları  büyüleyen kızı ile yaşamak düşer.

molly in üvey kız kardeşi külkedisi masalında olduğu gibi çok kötü falan değil. normal , zaafları olan biri ama molly ye karşı genelde iyi huylu. zaten karakterlerden kimse masum melek falan değil. bence molly bile öyle değil onun bile içten içe hesapları var.

sonracığıma molly in çevresinde iki de yakışıklı diye tabir edilen kardeş var . osbourne ve roger . şunu da belirtelim molly in üvey kız kardeşinin öyle bir güzelliği var ki onu gören erkekler daha önce başkasına aşık olsalar bile anında unutup bu kıza aşık oluyorlar. işte böyle başa bela bir güzellik . varın bu kişiler bir araya gelince olacakları sizin düşünün.

yazarımız karakterlerini öyle kurnazca kurgulamış ki bir bölümde nefret ettiğim karakter sonra ki bölümde en acıdığım karakter oldu. en sevdiğim ise en nefret ettiğim . işte böyle de değişken bir havası var. merakla ne olacak acaba diye izledim.

kadın karakterler ne kadar ince işlenmişse baş roldeki kahraman olması beklenen karakter o kadar sıradan ve çoğu zaman kişiliksiz olarak verilmiş. bunun bilinçli bir şey olup olmadığını bilmiyorum. bir john yoktu yani kuzey ve güneydeki o adam nerede buradaki adam nerede. güçlü bir karakter olması gerekirdi ama yok. belkide kitapta öyledir. bilemiyorum . demem o ki ilk defa bir uyarlamada ben baş roldeki adama vurulmadım . kişiliğini beğenmedim.

bu ingilizler tuhaf insanlar mesela bu replik nasıl ince ince laf sokulur gösteriyor.

Squire Hamley: I’m not saying she was very silly, but one of us was silly and it wasn’t me.

keşke uyarlamadaki bütün o ironileri ve o zeki cevapları paylaşabilsem çok eğlendim izlerken 🙂

favori karakterim ise hariett oldu . nasıl bir kadın bu böyle . favori sahne isem osbor’nun sevdiği kadını anlattığı sahne oldu. nasıl bir anlatıştı o öyle.

kısa keseyim diyorum  ama olmuyor Elizabeth Gaskell sen nasıl bir yeteneksin öyle. bu kadının bütün romanları benim olsa bütün uyarlamalarını izlesem sonra zaman geçtikçe tekrar ve tekrar izlesem. dünyadaki cennetten bir parça olurdu galiba 🙂

Cynthia Kirkpatrick  ‘in erkeler ile ilgili tespitleri de dikkatte değer . o bir erkek , unutur , değişkendir. bu kızıında bilmediği yok 🙂

ben yine anlatamadım acemice denemelerde bulundum . lafın kısası siz bu uyarlamayı izleyin efem 🙂 tavsiye olunur.

not: kasabadaki gösterişli ailenin o  evini gördükten sonra ben eve aşık oldum gözüm başka kimseyi görmedi 🙂 bende şato istiyorum arkadaş ühü ühü 😦

Elizabeth Gaskell AŞKINA !!!!

Havadan Sudan

anlatacaklarım birikti bende gelip yazayım dedim. öncelikle bir ingiliz dizisini anlatmak istiyorum. aslında anlatacağım çok şey vardı ama benim balık hafızamdan uçup gittiler.

The Mystery of Edwin Drood  yani Edwin Drood ‘un gizemi Charles Dickens ‘ın son romanı. aslında roman yazarın ölümü sebebiyle tamamlanamamış bu yüzden bir sonu yok fakat buna rağmen sevgili ingilizler bu romanın iki bölümlük kısa bir uyarlamasını yapmadan edememişler. Romanın adı Edwin Drood olsa da aslında daha çok John Jasper ve onun takıntılı derecede bağlı olduğu Rosa etrafında şekilleniyor. çok da önemli olmadığını düşünecektim ki ikinci bölümün finaline doğru yazarın başarısını idrak etmiş oldum. belki de o böyle yazmadı diziyi çekenler böyle uygun gördü ama başlangıçta acıdım karaktere sonra kızma ,ilk önce nefret ettiğim karaktere sonra derin bir acıma gibi çeşitli duygu geçişleri sağladığından hiç de fena değil diyorum . iki bölüm olması sebebiyle hemen izlenir. benden söylemesi.

ikinci olarak son zamanlarda çok duyduğum bir polisiye kitaptan bahsedeceğim kitabı yeni okudum .

Aklından Bir Sayı Tut : tut ve bırakma gibi iğrenç bir espriye maruz kaldıktan sonra asıl meseleye geçelim. bakmayın siz kitabın çok fazla ismi geçtiğine veya ilginç bir ismi olduğuna beni hiç mi hiç memnun etmedi. polisiye denilince çıta hayli yüksek bu sebepten bu kitapla ilgili güzel şeyler söyleyemeyebilirim. mesela kitabın hayli sıkıcı başladığını sayfalarca yazılıp ama aslında hiç bir şey anlatmadığını , katili dedektiften önce bulduğum ve ilk tahminim doğru çıktığı için sıkıldığımı oysa başka bir yazar olsa kesinlikle final daha çarpıcı olurdu ve ben yanlış tahminde bulunmuş olurdum. sonra sayı muhabbetinin pek sıradan olduğunu ki kitabın geneli için söylenebilecek tek kelime sıradan olurdu. hem konuyu bağladığı kısımda çok fazla klişeydi bunun gibi bir sürü sebepten dolayı sevmedim. tamam iyi yanları da var haksızlık etmeyelim ama sanki çok zekice kurgulanmış gibi verilip okuyucuyu aptal yerine koymaya çalışması canımı sıktı. demem o ki bu kitap polisiye de pek de harikalar yaratmıyor.

polisiyeden gidiyoruz madem şimdi okuduğum kitap ise Şah Mat bunun henüz sonuna gelmediğim için çok fazla eleştirmeyeceğim belki finalde beni bir süpriz bekliyordur. ama şuana kadar okuduklarıma bakılırsa bu da beni hayal kırıklığına uğratacak kesin. spoiler vermeden eleştirmek de zormuş  🙂 genel anlamda çok akıcı bir kitap değil öyle fazla zeki bir kurgusu da yok. her şey sıradan ve oldukça basit . bir seri katili yakalmaya çalışan kriminolog hakkında desek konuyu özetlemiş olurum sanırım.

hadi polisiye devam filmler diziler kitaplar her yanım polisiye oldu . çünkü aklımı oyalamam gerek . başka şeyler düşünmemek için bilmeceleri katilleri düşünmeliyim. katil kim sorusu diğer düşüncelerden beni kurtarıyor. yani polisiye tutkum birazda akıl sağlımı korumak istememden geliyor 🙂

40 Dakika da dedektif ingilizcesi ile dedectives in 40 minutes.  güney kore yapımı fazla uzun olmayan bir film. aslında uzun zamandır asya yöresinden bir şey izlememiştim. filme gelecek olursak okulda işlenen bir cinayet , öldürülen öğrencinin katilini bulmaya çalışan iki öğrenci daha . işte  bu kadar basit. kavga ettiği çocuk öldürülünce suçun onun üzerine kalacağını sınıftaki polisiye meraklısı kızdan öğrenen kahramanımız kızla birlikte 4 . derse kadar katili bulmak zorunda kalıyor. bize de izlemek düşüyor ama fazla şey beklemeyerek. çok fazla umutlanmaz-sanız iyi vakit geçirebilirsiniz. ha bir de bu korelilere polisiye de gizem olması gerektiği katilin izleyicinin gözüne gözüne sokulmaması gerektiğini birilerini anlatması gerek. merak olmayınca heyecanda olmuyor azizim.

ve gelelim en eğlenceli kısıma . winpohu böyle zehir bir dili nereden buldun her şeyi eleştirdin diyenler olursa diye söylüyorum Joey adlı komedi harikasını eleştirmeyeceğim. yani elimden geldiğim tamam tamam bir parça belki 🙂

friends dizisi çok severim . o dizi bitince joey karakterini oynayan oyuncu joey adlı yeni bir dizi çekmiş. işte bu diziyi izliyorum son günlerde bırakamadım ardı ardına izliyorum. joey karakterini çok severdim zaten. dizi joey in kariyeri için L.A ‘ye taşınması ile başlıyor. kızkardeşi Gina ona bir ev bulmuştur. bir de yeğeni michael vardır. karşı komşu alex ile de ekip tamamlanır. Joey i izlerken the big bang ile olan benzerlikleri beni şaşırttı. mesela howard karakterini oynayan oyuncu burada da bir ”nerd” ü canlandırıyor. sonra onun sevgilisi aynı annesi ve şimdiki nişanlısı gibi bağırarak ve cırtlak konuşuyor. Alex ,Gina yı teselli edemediğinde sheldon gibi” there there ”yapıyor bunun gibi küçük benzerlikler. hele Joey ‘in yeğeni yok mu bu çocuk bir harika. dizi baya eğlenceli. bazen joey çok zeki tavırlar sergiliyor ya ona şaşıyorum yani onun gibi bir karakter nasıl böyle zeki düşünebilir ki.  keşke chander da olsaydı benim favori karakterim oydu.

neyse çok konutum şimdi kaçma zamanı

see ya