ARCHİVE 81- Başka bir Dünya mümkün mü ?

Yeni bir dizi ile geldim efem , aslında bolca kitap okudum ama bu diziyi taptaze bitirdiğimden hemen anlatayım istedim.

Bir solukta izledim desem yeridir. Ben böyle gizemli, merak ettiren dizileri seviyorum. Konusuna gelirsek Müzede çalışan Dan onarılması gereken eski video ve kasetleri tamir etmektedir. İşinde iyi olan Dan’e bir gün gizemli bir adam onaracağı kasetler için 100 Bin dolar teklif eder ama iş çok gizlidir ve kimsenin olmadığı gizli bir tesis de yapacaktır. İşi bitirene kadar da kimse ile görüşmeyecektir.

İşe başlar ve kasetleri tamir ederken Melody denen hanım kızımıza ait olduklarını fark eder. Bizim hanım kızımız Melody bir gün üniversite projesi için apartman sakinleri ile röportaj yapmak amacıyla Visser Apartmanına taşınır. Visser apartmanı normal bir apartman değildir. Orda yaşayanlar da normal değildir. Bizim hanım kızımız videoya aldığı röportajlar ile ilginç şeyler keşfetmeye başlar. Dan Melody’nin çektiği kasetleri onardıkça biz de gerilim, gizem ve doğaüstü olaylara ait ipuçları topluyoruz.

İlk önce böyle tekliflere balıklama atlanılmaz ki Dan yapılır mı böyle şey :=) Melody karakterini, kafası karışık olmasına rağmen hep birilerine yardım etme isteğini sevdim. Dan’in hiç tanışmadığı biri için bu kadar çabalaması beni etkiledi. Ve tabiki Dan’in en yakın arkadaşı Mark ne yalan söyleyeyim ben olsam çoktan arkama bakmadan kaçardım sanırım.

Gelelim sorumuza başka bir dünya var mıdır? Peki ya siz mutlu olmak için farklı bir evrene geçmek ister misiniz? Yoksa mutsuzluk da sizinle birlikte mi gelir?

Burda olduğum için mi mutsuzum yoksa mutsuz olduğum için mi burdayım 😉

Güzel dizi benden söylemesi adios efem .

Nasıl Yapılıyordu Ki Bu İşler

Merhaba efem, gerçekten nasıl yapılıyordu bu işler, yazı yazmayı unutmuş olabilirim. Bu yazı sevgili osmnulsn adlı sadık okuyucuma adanmıştır 🙂 Çok yazmak istedim ama yoğunluk gerçekten fırsat vermedi. Bir de korona olup geldim. Malum zor günler ama bu arada bol bol dizi izleyip, kitap okudum. Çoğunu hatırlayamadığımdan aklımdan kalan bir kaç öneri de bulunmak istiyorum.

Diziler

Hellbound : Güney kore fantastik dizisi ile başlayalım. Dizinin konusu şöyle ki insanlar ölüm tarihlerini söyleyen bir melek tarafından kehanetler almaya başlıyor. Meleğin ölüm saatini söylediği kişi korkunç yaratıklar tarafından öldürülerek cehenneme götürülüyor. Kehanet alan herkesin cehenneme gideceğini öğrenmesi ile toplumda panik başlıyor ve yeni bir din ortaya çıkıyor. İnsanların cehenneme gitmekten korkmaları, yeni din ile birlikte günahkarlar dışlanmasına hatta korkunç muamelelere maruz kalmalarına neden oluyor. Dizi fantastik falan ama beni asıl etkileyen o sahte din ve insanların değişik durumlarda verdikleri tepkiler oldu. Oluşan yeni tarikat ve müridler etrafında insanlığın doğasının işlenişi beni etkiledi efem, ekran başında sinirlerim de zıplamadı değil. İzlenmeli, düşünülmeli diyorum.

Yine bir kore dizisi ile devam edelim Reflection of You : dizinin ilk bölümlerinde merak uyandırması etkilemişti beni, daha sonra yavaş ilerleyişi ama zamanla biraz daha hızlı mı olsa demedim değil. Konu olarak anlatılmaya kakılsa spoilersız olmaz diye pek anlatasım da yok. Açıkçası dizi insan doğası, bencillik, insana bağımlılık, sevgi açlığı, narsistik gibi pek çok duyguyu bir ressam ve onun ailesi ile geçmişi etrafında işliyor. Dizi hala bitmedi bu arada çok sürprizli de değil tahmin edile bilinir ama verdiği duygulardan mıdır nedir sevdim. Kimse kimseye bağımlı olmasın efem, açılış müziği de ayrı güzel. Kendini başkasının ona olan sevgisi üzerinden değerli veya değersiz gören insanlara da kızmıyor değilim hani 😉

Filmler

Get Out: çok yeni izlediğim bir film oldu. Filmi orjinal senaryo ödülü aldığını duyunca merak ettim ve konusuna bakmadan açıp izledim efem. Hatta eskiden böyle şeylerden haberim olurdu neden şimdi hiç bilmiyorum dedim. Kardeşim de hep netflix yüzünden dedi. Galiba haklı yeni şeyler aramıyorum bile, iyice tembel oldum. Neyse konusu zenci bir arkadaş, beyaz kız arkadaşının ailesi ile tanışmaya şehir dışına gider. Yanlış anlaşılmasın ırkçı değilim tabi ki de konu zenci olmakla alakalı olunca öyle anlatıyorum. Türü ne desem bilemedim korku demek için bir şeyler eksik , gerilim desen var , biraz da bilim kurgumsu demeli galiba. her çeşit sosla bezenmiş filme gelince fena değildi. Öyle ahım şahım da değil , kötü de değil ama tahmin edilebilinir olması beni gerilim filmlerinde pek çekmiyor maalesef.

The Unforgivable : Namı diğer Affedilmez ; bir polisi öldürmekten uzun süre hapis yatan baş rolümüz, hapisten çıkınca daha 5 yaşındayken evlatlık verilen kız kardeşini bulmaya çalışır. Hem hapisten çıkınca yaşanan zorluk, insanların ve toplumun kabul etmeyişi, hem parasal sorunlar hem de kız kardeşini ararken yaşadıkları ile kadın karakterimize üzülürken buluyoruz kendimizi. Yine sonunu tahmin ettiğim ama buna rağmen beğendiğim bir film oldu. Yavaş akan bir film olmasından mıdır bilmem yormadı beni. Ve ana fikir herkes sizi yargılar ama çok az kişi gerçeği merak eder.

Göklerin Hakimi: Leanorda Di Caprio severiz ama filmi onun için değil de Howart Hughes in hayatını gerçekten merak ettiğim için izledim. Daha önce denk gelmiştim ve Howart Huhges in nasıl biri olduğu ilgimi çekmiştir. Dahi mi yoksa deli mi . İzlenmesi gereken biyografik filmlerden biri.Filmi fazla uzun buldum ve bazı yerlerde verilmek istenenin tam olarak sağlanamadığına inanıyorum ama Leo nun oyunculuğu için bile izlenir.

Dont Look Up: Baya popüler bir film, oyuncular zaten ünlü neden olmasın dedim. Konusu dünyaya çarpacak dev bir göktaşının dünyanın sonunu getireceğini keşfeden iki gökbilimcinin bu konuda bir şeyler yapılmasına ilişkin mücadelesini anlatıyor. Oyunculuklar iyi, hikaye güzel ama bazı yerlerde o kadar absürt ki, tamam yönetimleri falan eleştiriyor ama izlerken öyle rahatsız edici şekilde saçma gelen kısımları oldu ki filmi tam olarak bağrıma basamadım. Yani bunu daha ciddi ele alsalarmış severdim.

Yalan Çemberi: Bu sefer ki hint filmi efem. Amır Khan oynamasa izlemezdim sırf o oynuyor diye açıp şans verdim ama finalin böyle olacağını bilsem zaman harcamazdım. Çok mu acımasız oldum çok mu zor beğeniyorum bilmem ki.

Korona olunca bol bol kitap okudum onu ayrı bir posta yazsam iyi olacak, bu arada çok şey izledim lakin hepsini hatırlamak zor. Güncelde seinfield izliyorum sit com ları hep kısa bölümler olduğu için sevmişimdir. Georga Contanza ve Kramer için izliyorum desem yeridir. Komik ve hiç bir şey hakkında her şey 🙂

Bir sonraki posta görüşürüz efem, ( Yazmayı unutmuşum sürçi lisan ettimse affola , yorumlarda buluşmak üzere mutlu, huzurlu seneler efem. Beni unutmayın efem 🙂 Aşağıda 2012 yılında neden yazdığımla ilgili bi dolu konuşmuşum hatırlamak iyi geldi bundan sonra bol bol yazmak umuduyla. esen kalın efem 🙂

GEÇMİŞİN SOĞUK İZLERİ -SALLY SPENDDİNG

mçBiliyorum bu blog iyice kitap bloguna döndü ama ne yapalım  son zamanlar hep okuyorum. yoksa bu blog bir anime yazısına hasret farkındayım.

 

kitap bu tür kitapların yayınladığı altınbilek yayınlarından çıktı. türü gizem,gerilim gibi.  jason işi kaybetmiş kalacak yeri olmayan biridir. gittiği doktorun yazahanesinde beklerken bir ilan görür yaratıcı yazarlık kursuyla ilgili olan bu ilan onun ilgisini çeker ve bu son umuda sıkıca tutunur. erkek kardeşinin yanından ayrılıp gallerdeki balıkçı konağına gider. hayallerinde çok satan bir yazar olmak vardır. burada helen ile tanışır ve ikili yakınlaşmaya başlar. ama zaman geçtikçe josan da helen de konakta ki tuhaflıkların farkına varmaya başlar.

böylece geçmişin gölgesi onları sararken hem gerçeğin peşine düşüp hem de hayatta kalmanın çabasını verirler. tam bir şeyler aydınlandı derken başka şeylerin ortaya çıkmasıyla kitap heyecanını kaybetmiyor. benim için kano0k ve geçmişin gölgeleri iyiydi ama hayaletvari şeyleri sevmem buna rağmen o sırlar ve çözümlenen düğümlerle kitap akıcı ve etkileyici bir hal aldı.

merakla okunacak bir kitap . türü sevenler kaçırmasın . şimdilik benden bu kadar esen kalın efem:)

Bir Kore Bir Japon Dizisi

Size iki diziden bahsetmek istiyorum . Birincisi kore dizisi ki artık bunlardan bana gına gelmişti uzunca bir süre izlemem diyordum . Ne bilim o aşkları falan bin bin türlü süründürmeleri olmazsa olmaz kötü kaynanalar, zengin fakir sorunu üstüne dram mı dram bu yüzden aşklı meşkli kore dizilerinden bıkmıştım ki  cadıcığım sen seversin harika bir polisiye var dedi de ben kendimi special affairs team ten izlerken buldum . Dizinin hakkını vermeliyim cadıcığıma da çok teşekkür ediyorum tam ağzıma layık bir diziydi ama keşke ikinci sezonu da olsaydı böyle bitmemeliydi bu dizi.

Special-Affairs-Team-TEN-Poster-2

bu korelilerin aşklı meşkli dizileri bir yerden sonra hep tanıdık gelse de gerilim ve polisiye işini iyi kotarıyorlar sevdiğim gerilim filmleri onlara ait. amerikan ari polisiye de başarılı oluruz biz deyip onu da yapmışlar. genel olarak bir amerikan dizilerinden etkilenme var inkar edemeyeceğim ama diğer taraftan özgün halleri de var ki diziyi en çok bu ayakta tutuyor. senaryosu güzel , tahmin edilebilinir her bölümde siz polisten önce tahmin edeceksiniz fakat hikaye sizi başka yönlere çekmeye devam edecek kadar da dinamik bir seyir alıyor. tahmin ettiniz diye bitmiyor başka başka sorularda sorduruyor. polisiye meraklıları için hem tanıdık hem de orjinal bir keyif sunuyor.

gelelim kişilere yalan dedektörü misali bir hanım kımızı var . psikoloji mezunu herkesin yalanlarını yakalıyor bu yüzden hayatı da pek kolay değil. sonra yeni yetme ama sivri zeka genç bir polis , akıllı mı akıllı işin piri , kurdu olmuş zehirli yılan lakaplı yılların polisi ve son olarak da bunların başına yönetici diye getirtilen bir canavar. bu dizideki tüm karakterleri sevmekle birlikte oluşturulan özel ekibin başı olan canavara gıcık kaptım . adam hakkatten de canavar hele o yeni yetme küstah tavırları ve sakız çiğnemesi resmen adamdan soğudum. dizinin en sevdiğim yanı ise hepsinin kendi araştırmasını yapıp hepsinin yine aynı sonuçlara ulaşmasıydı. farklı şekillerde aynı doğrulara ulaşıyorlardı. her bölüm başak bir konuyu işliyorlar. genelde basit hikayeler.  toplam dokuz bölüm ama ilk bölüm 2 saat sürüyor.  ben sevdim baya sardı işi gücü bırakıp bunu izledim polisiye açlığıma iyi geldi tavsiye olunur. bu arada içinde gram aşk yok belki de bu yüzden çok sevdim 🙂

Shokuzai

gelelim japon yapımı dizimize shokuzai  yani kefaret , bu yıl izleidiğim japon dizilerinin güzel çıkması ve animelerin etkisiyle böyle şeker şeker kalpler kawaiii sözcükleri falan hayal ederken bu diziyi gördüm beş bölüm olduğu için başladım . hikayeyi biliyordum beş küçük arkadaş birlikte oyun oynarlarken bir adam gelip yardıma ihtiyacı olduğunu söyleyerek içlerinden birini alıp götürür sonrada diğer dördü arkadaşlarını merak edip gittiklerinde cesedini bulurlar. kızlar polisiye suçluyu hatırlamadıklarını söyler katilde bulunamaz. aradan 15 yıl geçer. küçük kızların kurbanın annesine verdikleri kefaret sözü on beş yıl sonra kaderlerini korkunç bir şekilde etkiler.

birincisi dizinin konusu itibariyle pek iç açıcı olduğunu bilsem de japonların nasıl başka insanlar olduğunu unutmuşum bu beş bölümü çok zor izledim. dizi rahatsız edici hem oldukça rahatsız edici.  o kızların başlarına gelenler, sonra kefaretin anlamı , o kadından nefret etmem , katili yakalamaları için duyduğum istek ve kızgınlık , sonra finalde yaşadığım şok, iyilerin başına gelenler ,  kötülerin cezasız kalmaları , hiç uğruna sönen hayatlar , küçük kızların olaydan sonra ne çok etkilenip hayatlarının ne hale gediğini gördüğümde duyduğum kızgınlık bilmiyorum bu diziyi anlatabilecek söz bulamıyorum. sae ‘nin durumunda sandalyem de hasta bu hasta çığlıkları attım , öğretmene yapılan haksızlıklar beni çileden çıkardı , her şeyi öğrendiğimiz yerde de yok artık dedim.  fazlasıyla etkileyen , karamsar bir dizi. moralinizi yerine getirmez hatta sizi sinirden deli eder. izlemenizi söyleyemiyorum uzak durun da diyemiyorum . tek söyleyebildiğim çok şey barındırıp hiç bir şeyi sözcüğe dökemiyorum.  bu da böyle bir dizi , yine bunun içinde de aşk meşke beklemeyin .

iyi günler efem 🙂

Witness for the Prosecution – Beklenmeyen Şahit

Billy Wilder ‘ın filmlerine baktım geçenlerde çiftte tazminatı izlemiştim merak ettim başka neler var diye. Meğersem o meşhur Sabrina kendisine aitmiş ayrıca benim cuma kızı versiyonunu izlediğim front page adlı bir uyarlamasını bile yapmış. Bir sürü film vardı merak ettiğim en çok sunset bulvarı nı izlemek istiyordum ama onca film arasından bunu seçtim çünkü  hikaye agatha christie ye ait , malum çok severim kendisini ,hiç vakit kaybetmeden başladım izlemeye.

filme geçmeden önce yönetmene , senariste , oyunculara tam puan verdiğimi belirteyim , onları övmek için söyleyecek söz bulamıyorum , hepsi de iyi iş çıkarmış ortaya gerçekten dillerden düşmeyecek bir ziyafet çıkmış .

Genelde yorumlar finalle ilgili kimsenin tahmin edemediği ve çok şaşırdığı yönünde ama ben en başından beri biliyordum belki yazarın tarzına olan alışkanlığımdan belki hem ters köşe senaryolar olsun diye beklentimden olması gereken budur dedim ve sonunda yanılmadım 🙂

Film 1957 yapımı yönetmeni billy wilder tabi ki , polisiye gizem türü , senaryosunda Agatha Christie, Larry Marcus, Billy Wilder, Harry Kurnitz gibi büyük bir kadro var , IMDB Puanı: 8.4  ülke de tabi ki ABD.

En iyi mahkeme sahnelerinin bu filmde bulunduğunu söyleyenler azımsanmayacak kadar çok . Bende izlediklerim arasında paradine case ve bu filmi en iyi mahkeme sahneleri konusunda listelerde ilk sıralara yerleştirdim.

Gelelim konusuna kalp krizi geçirdikten sonra ilk defa iş yerine gelen zeki avukatımız sıkıcı davalar almak zorundadır , doktoru öyle tembihlemiştir lakin o bunu istemez ve zor bir davayı kabul eder. bu dava bir cinayet davasıdır. genç bir adam yaşlı bir kadını öldürmekten suçlanır.  üstelik adamın karısı onun aleyhine tanıklık etmekte kocasının katil olduğunu söylemektedir. fakat avukatımız adamın masum olduğuna inanmıştır. artık onun suçsuzluğunu ispat için çalışmaya başlar.  geçekten iyi bir film , finali de hoş olmuş ben pek sevdim , asla sıkılmayacağınıza eminim . iyi seyirler efem 🙂

Strangers on a Train – Trendeki Yabancılar

Bir klasik ile karşınızdayım. Trendeki Yabancılar, (Strangers on a Train) 1951 yapımı bir Alfred Hitchcock filmidir. Patricia Highsmith’in romanından uyarlanarak sinemaya aktarılmış.

Burada bahsettim mi bilmiyorum malta şahini filmini izlemiştim onu izledikten sonra da bunu izlemeyi kafaya taktım ama çok zaman geçtiği halde bir türlü fırsatım olmamıştı.  Klasik olunca insan merak ediyor tabi .

Konusunu hep trende karşılaşan iki yabancı işleyecekleri cinayetleri değişir böylece maktul ile bağlantıları olmadığı için yakalanmayacaklarını düşünürler şeklinde biliyordum . her yerde de böyle yazıyordu. fikir iyi kurban ile hiç bir bağlantısı olmayan , tamamen yabancı birinden kimse şüphelenmez. ne var ki konu tam olarak böyle değil içlerinden biri ki kendisi psikopatlığın kitabına altın harflerle işlenmiştir bruno bu planı uygulamak istiyor. bunun için trende gördüğü tenis yıldızı guy ı ikna etmek için çabalıyor . ona planını anlatıyor. guy senatörün kızını sevmektedir. hanım kızımız da ona vurgundur lakin guy kendisini aldatmak da ün yapmış bir kadın ile evlidir ve karısı onu boşamaya razı olmamaktadır.

bruno da bunu biliyordur ve kendi babasını öldürmesi karşısında guy ın karısını öldüreceğini söyler. guy pek ciddiye almaz fakat bruno dikkate alınması gereken biridir. cinayeti işler böylece guy ı da borcunu ödemek konusunda bir çıkmaza sürükler. eğer guy katil olmazsa polise gidip cinayeti onu işlediğini söyleyecektir. bunun için kanıtı da vardır. guy bir ikilem de sıkışır kalır.

ve bruno kendi deyimi ile çok zeki bir adam. tam bir psikopat. böylesi karakterler beni heyecanlandırıyor. oyuncunun gözlerindeki o nefret , o delice bakışlar ve tiksinti , öldürürken hissettikleri ve yüz ifadesi işte baş yapıt böyle olur. oyunculukları sevdim. hikaye zaten iyi. siyah beyaz filmler her daim göz bebeğim . deme o ki benden iyi not aldı 🙂

HELPLESS – ÇARESİZ

Yine bir kore yapımı gerilim , gizem filmi ile karşınızdayım ama bakmayın türünde gerilim dese de öyle ahım şahım bir şey yok hatta ben gerilmedim bile 🙂  ama yine de fena film olmamış bunların gerilim filmlerini seviyorum ben. sonu ve gidişatı her ne kadar tahmin edilebilinir olsa da keyif alınan bir film olmuş.

konuya gelirsek iki nişanlı düğünden önce aile ziyareti için yola çıkar ama yolda hanım kızımız kaybolur . damat a ne yapsın başlar onu aramaya aradıkça da olaylar beklenmedik bir yere doğru ilerler. onun için polise giden kayıp ilanı veren adam aslında nişanlısını hiç tanımadığını fark ediyor sonra onu bulmak için polislikten rüşvet yüzünden atılmış bir akrabasını da bu iş için özel dedektif niyetini tutuyor. bu iki adam kadını bulmak için uğraşırken bizde akıl yürütüyoruz ne oldu acaba diye çok sürmeden de ampul yanıyor olayı anlıyoruz.

biraz ön bilgi olacak amerikan yapımı bir film vardı hayatın benim diye oradan bir parça esinlenme hatta daha fazlası var gibi bilemeyeceğim belki de amerikalılar esinlenmiş hiç oturup araştıramayacağım. işte film size eğer izlediyseniz o filmi hatırlatıyor ki onu yazarken de ne kadar kolay çözülen bir film olduğundan yakınmıştım.

şöyle biraz kafamı meşgul edeyim ama çok da zorlamayayım diyorsanız tam da sizlik bir film .

not : ne kadar eleştirsem de seviyorum böyle filmleri canım 😀

iyi seyirler efem 🙂

BestSeller ve Makinist

Yapacak işin yoksa yazı yaz kafam da duracağına burada dursun efem . best seller iyi bir psikolojik gerilim . yani alışılagelmiş bir senaryosu var kimi yerler fazlasıyla tanıdık ama yine de film kendini iyi kotarıyor . zaten sinemanın çok sevdiği klişeler yok mudur ? kaçışınız olmayan bunlardan bir kaçı: birbirini seven iki insandan birinin ölümcül hasta olduğu aşk hikayeleri , hayaletli evler ve şizofreni vb. şekilde çoğaltılabilinir .

başarılı bir yazar öyle ki son yirmi yılın en çok satanı fakat bir gün yeni yayınlanan peynir ekmek gibi satan kitabının başka bir yazardan esinlenme olduğu kaba tabirlerle arak olduğu anlaşılınca hayatı alt üst olur. kore olunca işin içinde kadın resmen toplum dışına itilir. kocası da boşanma davası açar. yazar da küçük kızını alıp yayıncısının ona tavsiye ettiği küçük bir kasabada bir ev tutar . bu ev kore savaşı sırasında bir misyonerin yetimhane olarak kullandığı bir evmiş. bu kısım fazlasıyla ipek çocuklarını hatırlatmadı değil 🙂 neyse bir çok yazar yazamadığında bu eve gitmiş öyle diyolar.

yazar hanımda bu evde yazamamanın ceremesini çekmektedir tıkanmıştır ki bu berbat duyguyu azıcık biliyorum yazar olduğum değil tabi ki yeri geliyor şuraya iki satır karalayamıyorum ondan , tabi iddialı olmadım hiç bir zaman ama bazen ilk okul öğrencilerini bile aratıyorum 🙂 yazar böyle debelenirken küçük kız hayali arkadaşının ona anlattığı bir hikayeden bahseder ,bizimki de bunu yazar, hemen basılır yine şaşalı bir dönüş olmuştur ta ki bu kitabın on yıl önce yazıldığı ortaya çıkana kadar . yazar ikinci kez başkasının kitabını kopyalamaktan suçlanır ve kimse  küçük kızının bunu anlattığına inanmaz. o da ne yapsın gerçeğin peşine düşer ve o eve geri döner. tabi sırlar da bu noktada ortaya çıkar. sonlara doğru o gerilim kısmı kayboluyor ama yerini şiddet ve kovalamaca alıyor sıkılmadan izlenebilinir  hatta bol kepçe kullanacağım iyi film bu 🙂

gelelim diğer filme holivudun çok bahsedilen filmlerinden biriydi ama bu sebeple izlemedim televizyonda dek geldim ona mahkum olunca bende neymiş bu diye baktım haliyle . aslında makinisti pek anlatmaya gerek yok benim dışında herkes de izlemiştir sanırsam. trevır ın uykusuzluk problemi vardır. iş yerinde bir arkadaşının kolu kopar bunu sebebi de trevır olunca orada istenmez , zaten berbat ve yalnız bir hayatı vardır üstüne insanların tavırlarıyla hayatı iyice çekilmez olur . trevır evine birilerinin girdiğini düşünmeye başlar , insanlar ona komplo kuruyordur, paranoyak mı davranıyor yoksa gerçekten öylemi bunların sebebi ne gibisinden sorular filmde sizleri bekliyor . iyi film tabirimi buna da kullanmak istiyorum . baş rol oyuncusu da döktürmüş . merak , gizem , psikoloji , gerilim ne arasan var bence .

bu kadar gevezelik yeter ben kaçtım . esen kalın efem.

The Lodger ve Cry Wolf

iki polisiye türünden bahsetmek istiyorum . the lodger yani kiracı kendisine örnek olarak karındeşen jack i almış olan bir katil hayat kadınlarını öldürür . dedektifler de yaptıkları araştırmada bu katilin yedi yıl önce iki hayat kadınını öldüren kişi ile aynı olduğunu keşfederler . fakat ortada bir sorun vardır yeni sene evvel birini katil olarak yakalayıp asmışlardır. suçsuz birini astığı için dışlanan bir dedektif onun çaylağı , katil , kiracı ve hastalıklı bir kadın etrafında şekillenen bir öykü. hikaye boyunca katil size direk olarak verilse de şüpheye düşürmek için baya uğraşılmış acaba katil kim sorusu için emek vermişler ama ben yemem benim için sıradan bir hikaye olsa da  türe yabancı olanlar için kafa karıştırıcı olabilir katil kim sorusu içinde dedektif mi , güvenlik görevlisi mi , karısı mı , kiracı mı diye soruyorsunuz bir de şizofreni var tabi ama klasik olarak olayı beklenen sona bağlamadığı için bir şans verilebilinir bir polisiye olduğunu düşünüyorum.  polisiye de çok seçici olduğum için bu bir övgü tavsiye edilir.  mükemmel olmasa da iyi vakit geçirirsiniz , merak unsuru fazla olmasa da biraz da olsa düşünmeye iten bir film.

cry wolf ise bir grup öğrencinin bir yalan oyunu oynamasıyla çığırından çıkan işleri anlatıyor.  bir katil ile ilgili uydurulan bir yalan bütün okulda kasıtlı olarak yayılır. bunu yapan gençlerden biri bu yalanın gerçeğe dönüştüğünü iddia edip diğerlerini uyarmaya çalışır.  ama kimseyi inandıramaz . o kovalamaca içerisinde kendini ve diğerlerini ölümden kurtarmaya çalışırken farkında olmadan bir tuzağın içine çekilir. aslında tahmin edilebilinir bir film ama çok da kötü değil. bunun arkasında ki zekayı izlerken sıkılmıyorsunuz fakat bence katili bu kadar belli etmemeliydiler o zaman gerçekten iyi bir film olurdu. neyse çok konuşmayalım polisiye türünde iki  film izlemek isteyenlere duyurulur . esen kalın efem 🙂

Film Zamanı …

Bu akşam sıkıntıdan bari bir yazı yazayım dedim . Yapacak pek bir şey yok aslında ben istemiyorum sanırım yapmayı . Neyse son zamanlarda pek yazı yazmamışım ve bari bir yazı yazayım diye buradayım. Bu günlerde film izleyip manga falan okuyorum boşta kaldıkça tabi . Yoğunum biraz.  Zamanın nasıl geçtiğini pek anlamıyorum sanırım.

İki film birden anlatmak niyetim. Birincisi kore yapımı bir gerilim polisiye olan Blind yani kör. İsminden de anlaşılabileceği gibi görme yeteneğini kaybetmiş eski bir polis akademisi öğrencisi olan baş rolde ki bayan karakterimiz bir gün bir kadını arabasıyla çarpıp kaçıran bir adamın olduğu bir olaya şahit olur.  Vur kaç olayını ihbar için polise gider ama polis onu pek ciddiye almaz. Sonrasında kadının ikna gücüyle işi araştırmaya karar verirler. Ödül verileceğini dair bir ilanı gören genç bir çocukta polise gidip olayı gördüğünü söyler ama anlattıkları ile kadının söyledikleri birbirini tutmamaktadır. Bundan sonrası ise bir kaçma kovalama olayına dönüşüyor . İzlenebilinir fena değil. Katilin en başından beri biliyoruz daha çok insanların sağ kalma mücadelesi izlenir kılıyor yoksa çözülecek bir gizem yok. Tavsiye edilir.

Diğer filmimiz ise daha meşhur Taking Lives  yani hayatın benim . Bir FBI  ajanı ve seri katili yakalama hikayesi,  sıradan oldukça tahmin edilebilinir hatta katili gözümüze gözümüze sokmuşlar daha adamı görür görmez katil bu dedim 🙂 Hikaye sıradan ama izleniliyor . Hele de bu günlere FIB ajanlarına takılmış biri olarak sebep tabi ki Spencer Reid ben fena bulmadım.  Spencer reid dedim de ne zaman gelecek bu criminal minds ın yeni bölümü zaten iki üç tane dizi takip ediyorum onlarında bölümleri ayda bir geliyor olmuyor .  Onlarda sezon arasına girdi bile . Kendime yeni uğraşlar bulmalıyım . sıkılıyorum. Mangalar kitaplar beni bir süre oyalar gibi . Bir de eski filmler var onlardan da bahsedeceğim gelecek yazıda . Umarım heyecanlı , macera dolu hiç sıkılmayacağınız bir yaşamınız olur.

Şimdilik bu kadar efem .