MY MİSTER- BİR TUTUNAMAYANLAR HİKAYESİ

Normalde izlediğim film yada okuduğum kitapları yazacaktım ama bu diziyi bitirince soluğu burda aldım çünkü uzun zaman sonra anlatmalıyım dediğim bir yapıma denk geldim. Aslında kore dizisi izlemeyeli çok zaman olmuştu. Nedense yarım bırakıyordum bu diziye de başlamış 2. bölümde sıkılıp bırakmıştım. Ya modum uygun değildi yada yine mi şirket entrikaları diye düşündüm ama bir şey işte bir şans daha ver dedi ve ben neden bu kadar beklemişim diye kendime kızdım. Kıymetini bilememeşim dizinin 🙂

Başrolünde bizim meşhur PASTA dizisindeki yeap şef oynuyor diye açıp izlemeye başladığımı itiraf edeyim ama dizi öyle bir sardı ki şimdi nerden başlayıp nasıl anlatsam bilemedim. Diziyi anlatmayı beceremesem diye baştan söyleyeyim ben sevdim siz de bir şans verin efem 🙂

Bu kadar muhabbetten sonra artık bir giriş yapalım değil mi ? Başrollerinde lee sun gyun ( bu adamın dizi ve filmleri saymakla bitmez ama çoğunlukla ödüllü parazitten tanınıyor) ve IU/Lee ji eun (kendisini en son scarlet heart ryeo da izlemiştim lee jun ki ile birlikte ciğerlerimi dağlamıştı) var. İki başrol oyuncusunun da oyunculuklarını beğenirim.

Bence tür olarak slice of life olmalı her ne kadar bazı yerler tabi ki kurgu olsa da, genel anlamda sanki çıplak hayat gerçeklerini yüzümüze çarpıyor. Konusu ise her zamanki gibi bir şirket (olmazsa olmaz) ile şirket çalışanları etrafında şekillenen bir dizi. Şirkette çalışan 40 lı yaşların başındaki ajusshi (buna bayım diye çeviri yapıyorlar ama ne kadar doğru bilemedim ) ile 20 li yaşların başındaki geçici eleman (en alt kademe çalışanmış/ taşeron diye de çeviriyorlar) hanım kızımızın yollarının kesişmesi ile başlıyor olaylar. Çalışanları ile onların hayatları, acıları, aileleri dahası hayat mücadelesi üzerine hayata dair ne varsa sergiliyor dizi. Bunun yanında şirket entrikaları, ayak kaydırmalar, kıskançlıklar, özlemler, mutsuzluklar, başarı ve mevki peşinde koşmalar. (para mutluluk getirmiyor ki ) Dizi de her türlü duyguya yer verilmiş sanki. Oyuncularda gayet başarılı.

Ofis ortamı konusunda zaten diyeceğim yok üç aşağı beş yukarı iş ortamları hep böyle maalesef. Bizim bu esas adam ( artık esas oğlan da denmez ki 40 yaşında adama) hikayenin baş rolü olunca , onun ailesi, arkadaşları , annesi, kardeşleri, karısı, çocuğu vs. derken bir sürü yan karakter dahil oluyor hikayeye ki ben çok sevdim bunu çünkü karakterlerin hepsi bir tutunamayanlar seçkisi gibi. Hepsi hayatta şöyle yada böyle başarısız olmuş ama bir şekil de de hayatlarını idame eden tipler. Aynı mahallede oturan bu insanların hepsinin kendi özgü bir özelliği ve hikayesi var. İzlerken hepsinin yerine geçip empati kurabiliyor insan. Onlara hak verip onlar için üzülüyorsunuz (yazar burda kendi sıkıntılarını unutup tatmin oluyor sanırım 🙂 )

Mesela büyük abi çalıştığı şirketten ayrılmış sonra kurduğu her iş iflas etmiş ve en son karısı onu terk etmiş. Küçük erkek kardeş tek bir film bile çekemeyen bir yönetmen ve tabi en çok empati kurduğum mahalledeki barın sahibi kadın. Sevdiği adam onu bırakıp kesiş olmuş ama kadın adamı 20 yıl beklemiş. Onun o yalnızlığı içime işledi. Başarısız oyuncu kızımız ve 3 oğlu olduğu halde hala çalışmak zorunda kalan yaşlı annemiz ile mahalle sakinleri de hep bir dert sorunla boğuşuyor.

Başol erkek yani şirket müdürü ise hayatı mutsuzluk içinde geçen ama sorun olduğunu bile anlayamayacak kadar bıkkın bir karakter. Melek gibi kalbi ve iyi niyetine rağmen hayatın hiç mutluluk getirmediği müdürümüz sevilesi bir kişilik.

Hanım kızımız ise hayatın tokadını daha çocukken yemiş, annesi terk etmiş, tefecilerle uğraşan, borç ödemek için gece gündüz çalışan, yatalak üstelik sağır ve dilsiz bir büyükanneye bakmak zorunda olan fakat çok güçlü ve zeki bir karakter.

Bakmayın çok dram bir tablo çizdiğime dizi boyunca eğlenceli komik sahneler de yok değil. Aynı hayat gibi.

Ben hem çok konuştum hem de spoiler verdim gibi hissediyorum o yüzden sevdiklerime geçiyim yazıyı sonlandıracağım efem.

Mesela uzun uzun yürüyüşler var dizi de akşamları sokaklarda , Müdür ve bizim hanım kızımızın sık sık yaptığı yürüyüşler o sahneleri çok sevdim. Şöyle uzun uzun yürümek istedim.

Kimsenin kimseye karşılıksız iyi davranmadığı zamanlarda birilerinin diğerlerine iyilik yaptığını görmek gülümsetti. Aile ve arkadaşlık kavramını bu kadar iyi yansıtmalarını sevdim. Hayatın inişli çıkışlı bir yol olduğunu görmek güzeldi. Herkesin kendi içinde dertleri var dedirtti. Kimse mükemmel değil. Karakterlerin hata yapıp pişman olmalarını, öz eleştiri yapıp hatalarını telefi etmelerini sevdim. Kimse melek değil dedirtti herkesin bir kusuru var. Mesela müdürün karısına bile empati kurdurttu dizi.

En sevdiğim sahne ise metro da kızın, müdüre seni özlediğim için bekledim dediği sahne oldu. Adamın o şok ifadesi çok iyiydi.

Dizi müzikleri çok iyiydi. One Million roses şarkısını defalarca dinledim. Bizden bir hikaye gibiydi. Herkes mutlu olmak istiyor ama şans her zaman bizden yana olmuyor işte. Dram diye başladım ama ağlayamadım efem oysa ağlatsın istiyordum. Bir de tatmin etmeyen kusuru Finali oldu ben ne zaman şöyle tatmin eden bir final izleriz bu kore yapımlarında bilemiyorum.

Sinirlendiğim nokta ise maalesef hala hissedilen sınıfvari bir toplum düzeni var mesela yöneticiler ve onların yaşamları, hayatlarındaki lüks ile geçici eleman, ona davranışlar ve onun yaşadığı çevre bunu açıkça göz önüne seriyor. Evet sınıf değil bunun adı kast sistemi de değil ama onun modern hayat uyarlaması, mevki ve para bu sefer sınıf yerine geçiyor çok üzücü.

Birde yaş olay var iki insan birbirini anlıyorsa gerisi hikaye 40 yaşında bir adamı yalnızca 20 yaşında olup da 30.000 yaşında gibi hisseden hanım kızımızın anlaması gibi. Üstelik aciz kızı koruyan şövalye yerine küçücük kızın koruduğu koca bir adam var daha ne olsun. Boş verin klişelerini belki içinizi ısıtır bu hikaye. Kendinizden bir şeyler bulursunuz.

Benden şimdilik bu kadar efem esen kalın 🙂

Umarım tüm sevgiler karşılık bulur….

‘W’ Ama Winpohu’nun ‘W’su değil :)

wDuymayan kalmadı sanırım W adlı dizinin başarısını. Diziye tüm bunlardan önce başlamıştım ama fırsat bulup yazamadım ve tam da beklediğim gibi dizi fena tuttu. ee winpohu da gelip iki satır yazmazsa olmazdı.

meraklılarına duyrulur W uzun zamandır beklediğimiz kdrama tadını anımsattı. malum çok uzun zamandır böyle bir dizi yoktu. tam benim sevdiğim tür .

hem konusu şu sıralar fazlaca olan doktor temalarından 33a1ca1b84285b613ba63463719e09aesıyrılmış hem de değişik. senaryoların böyle farklı fikirlerle üretilmesini destekliyorum. işte sahalarda aradığımız bu efem.

Kang ‘cığımın da etkisini göz ardı etmemek lazım  , başrol erkek oyuncuyu pek bir beğenirim. kadın oyuncu için başlarda iyi hissetmiyordum ama sonradan onu da sevdim efem hatta yeri geldi rol çaldı 🙂

şimdi size dizinin konusunu uzun uzadıya anlatıp sevdiğim sevmediğim kısımlardan bahsedip , replik paylaşmak isterdim ama bu dizi için yapılacak en iyi şey hakkında hiç bir şey duymadan açıp izlemek efem. çünkü bir kere konuyu bilirseniz o gizemi kaybolur gibime geliyor.

hadi siz siz olun açın bir W izleyin , sonra gelin konuşalım esen kalın efem 🙂

 

Creating Destiny – Kaderini Yarat

Kalp cimridir. 

Başlamadığım bir şeyi nasıl bitirebilirim.

Türkçeye kaderin cilvesi diye çevrilmiş bir dizi ile karşınızdayım ama diziyi anlatmadan önce bunu izlemeye nasıl başladım ondan bahsetmek istiyorum. Malum bayram nedeniyle ben pek pc başına geçemedim. Tatil olunca kardeşimle birlikte önce benim çok sevdiğim teach you love adlı filmi 4. kez izledim , ben çok seviyorum bu filmi,  öyle her şeyi de böyle sevemem, hem bir şeyi tekrar tekrar izlemek de bana göre değil fakat konu bu film olunca her şey değişiyor . O bana bir film önersene dedi ve başladık izlemeye sonrasında koca bir çikolata ile birlikte oturduk üç kardeş secret garden ı bilmem kaçıncı kez izleyerek hyun bin özlemimizi giderdik.  tam eskilere gitmiştik ki kardeşim full house 2 yi açtı , e bi bakalım nede olsa yılların efsanesi gerçek oldu , bu şehir dedikodusunun gerçekleşmiş olduğu gerçeğine kanarak , bir izleyelim bakalım dedik. tabi ki ben ilk versiyonu çok sevdiğimden bu öyle güzel gelmedi. yalnız iki bölüm bakabildim fakat sarı saçlı eleman olmuş ben sevdim 🙂

peki creating destiny ‘ye nasıl başladım. Kardeşim bi gelsene deyip beni kandırdı. Diziye asla başlamayacağımı biliyordu hele 31 bölüm olduğunu söyleyince ben” neeee ” çığlıkları attım.  nerdeyse normalin iki katı,  hemen kaçıyordum ki bir de ne göreyim,  benim teach you love daki baş rol elamanı değil mi o =? tabi ki kaçamadım,  oturup adamı izledim. ne edersiniz takıntı işte. kardeşim de zaten 31 bölümü tek izlemek için beni bilerek tuzağa düşürmüş .

diziye gelirsek çok kalabalık bir dizi , baş rollerin aksine diğerlerinin hikayeleri de çok yer kaplıyor , işin içine aileler falan girmiş ama hepsinin hikayesi ilginç üstelik çok komik sahneler vardı gülmekten bi hal oldum 🙂  yine de bölüm sayısı hiç izlemediğim kadar çok olunca atlayarak izledik . yeni bir taktik oldu bu da,  dizinin çoğunu atladık gibi bir şey 🙂 ama önemli kısımları es geçmedik zaten yeni bölüm fragmanlarından bütün ana hatları da öğrenmiş olduk . diziyi sevdim vakti olanlar kaçırmasın hem diğer diziler gibi dram da değil üstelik baya baya eğlenceli .

konusuna gelirsek çocukken avustralyaya göç eden ailesiyle yaşayan hanım kızımız alex adlı sarışın bir adamla evlenmek ister. ee klasik kore babası yabancı damat istememektedir. kızını koredeki en yakın arkadaşının oğlu ile evlendirmek için ona bir şart koşar . eğer kızımız korede bir yıl kalıp koreli bir adamla çıkarsa ,baba da bir yıl sonra kızın alex ile evlenmesine izin verecektir. babanın inancı kızının bir koreli ile çıktıktan sonra alex i unutacağı yönündedir. peki seçilen bu koreli kimdir ? baş rolümüz bir doktor, kadınlar arasında popüler,  ailesi evlenmesi için baskı yapar ama o hep itiraz edip kadınlar ile ilgilenmediğini söyler. bunun sonuncunda doktorun gay olduğu her yerde yayılır. aile de ne yapsın oğullarının gay olmadığını göstermek için onu evlendirmek isterler. sang eun koreye gelir ve yeo jun ile tanışır , olay örgüsü de böyle başlar. büyükbaba , büyükanne  ve diğer büyükler ile tadından yenilmez bir aile komedisi başlar. doktorun ablasının hikayesi , sonra onun en yakın arkadaşının hikayesi falan derken dallanır budaklanır. yalnız bu doktorun kankası da doğruluk misali , adam buna ne zaman akıl danışsa en doğru şeyleri söyledi. hep en doğru ve en güzel şeyler bu adamın ağzından çıktı. arkadaşı olmasına rağmen inandığını savundu fakat konu kendisi olunca doğruyu göremiyor o kesin 🙂

ve gelelim dizinin sevdiğim yönlerine ağır drama olmaması , komedi dozunun hep var olması , öyle diğer diziler gibi birden bire ve delicesi aşk olmaması ki burada bildiğin her şey normal ilerledi. ne yıldırım aşkı var ne de ölümüne aşk var.  karakter bolluğu ve herkesin değişik bir hikayesi olmasını ,baş rolleri ki hanım kız tam puan aldı ama doktor gıcık etmedi değil 🙂 aslında bir sürü şey var tek noksan yanı çok uzun olması . onun için de o kadarcık kusur kadı kızında da olur diyorum .

benden yeni bir dizi tavsiyesi daha , esen kalın efem 🙂

Reply to 1997 – Geçmişe Selam Olsun

Reply 1997, Answer to 1997, Answer Me 1997  dizinin bir sürü ismi var.  Aslında hiç yazı yazmayacaktım fakat belki düşüncelerden sıyrılmama yararı olur diye yine buradayım . Yine akıl sağlığı korumak için blogumu tedavi amaçlı kullanıyorum 🙂 

gelelim diziye  sitcom tarzı, çok uzun olmayan genelde oldukça komik , ağır dram barındırmayan doksanlar hikayesi temelli bir gençlik dizisi. fazlaca anlatıp tadını kaçırmayacağım ama o çok beğendiğim replikleri paylaşacağım nede olsa ben replikler kraliçesiyim , namımın gereğini yapmalıyım di mi ama 🙂 

‘Bumping to each other on the streets…Grabbing the same book in library… Someone running under my umbrella; I though falling in love would be special, but it was nothing like I imagined. This is how I fell in love. 

aşkın böylesi sıradan başladığını kimse hayal edemez herhalde 🙂

“If a man, if he tells a girl that doesn’t like him—like a pathetic fool—if he confesses everything…it means he never wants to see her again.”

bu repliğin geçtiği sahneyi çok beğendim . karaoke bardan ayrılırken bir de üstüne arkadaş mı dalga mı geçiyorsun diyip kapıyı çekip çıkması vardı ya helal olsun dedim 🙂

People have to be satisfied with an attainable dream. If you’re greedy with unattainable dreams, you’ll only get hurt. Empty passion only leaves you with heartburn. That’s why unrequited love is foolish. However, foolish unrequited love can have potential. That passion sometimes causes miracles. And sometimes dreams come true from a distance while you may not achieve the dream, getting close gives you the chance to be happy.

karşılıksız aşk benzetmesi ve hayallerle ilgili engin tavsiyeleri ile bu sözü de bağrıma bastım.

There is no better time than now.
That next time may never come.
To talk about a next time that may never come..
When now is right in front of you.
Life is too short for that.

şimdiden daha iyi bir zaman yoktur . sonra için hayat çok kısa . sonra belki de hiç gelemyecek. carpe diem diyoruz kısacası 🙂

When you like someone, it’s not a problem with choices. It’s something that the heart orders.

But liking someone isn’t something that you can control like a light switch, turning it on and off. Once it’s on, it does’t turn off.

bir karşılıksız aşk seronomisi daha ,

The reason I like you? 
Because it’s YOU.
Just YOU.
That’s the only reason.

I wish I knew…
Then I could figure out how to stop liking you.
If I can’t avoid it, 
I only want one thing.

To stay as a friend who doesn’t change.
For heartache…
For love…

ve son olarak ilk aşk ile ilgili o son sözler 🙂

First love.

The reason why we think first love is beautiful is not because the person we first loved was handsome or pretty. It’s because we were unconditional, innocent and a bit stupid during our first love. And because we know we can never go back to those young and passionate days.

First love is a bit impulsive. Without any calculation, we passionately throw ourselves in and ultimately face failure. But it is also dramatic. It comes with inexplicable feelings that we will never experience again. So first love becomes the most dramatic moment of our lives. It’s okay to fail. Tragic stories maintain longer than “happily ever after”. It’s nice to have that wonderful story as one chapter of life. 

First love is a period of time. It never comes back. If another love comes, time has to yield for that new love. It may not be as innocent as that first love, but it will be more mature due to the pain suffered from the first love. A person who dreams of love is the one who waits and the person that waits can recognize love when it is near them.

After the romance, real life begins. Innocence is dirtied, passion turns cold, youth gets old with wisdom. First love becomes part of one’s exhausting daily life. That’s why first love seems unattainable. Because no one talks about a successful romance with first loves. 

Loving someone is a good thing so it’s okay to be like this. There isn’t a tragic drama in my life, but there’s a familiarity, like an old sweater. And if it gets tired, there’s an excitement to open it again. 

benden bu kadar , dizi tavsiyemdir , ben pek sevdim , gülmek isteyenlere doksanları hatırlamak isteyenlere , ile aşkları özlemle ananlara , gençliğini anımsayanlara gelsin. 

not : yaşlandım ya ben . doksanları da çok özledim. gerçi o fanlardan değildim hatta soğudum fan olayından ama başka zamanlardı onlar ah gidi gençlik ah 🙂 iyice yaşlı teyzelere bağladım en iyisi gitmek.  byeeee 🙂

not 2 : az kalsın unutuyordum dizinin en sevdiğim sahnesi o fanficlerin okunduğu sahnede çalan I m your man şarkısı ile benimle aynı fikirde olduklarını göstermeleri oldu. demek ki dünyanın neresind eolursa olsun kafa aynı , aklın yolu bir zevkler benzer 🙂

HELPLESS – ÇARESİZ

Yine bir kore yapımı gerilim , gizem filmi ile karşınızdayım ama bakmayın türünde gerilim dese de öyle ahım şahım bir şey yok hatta ben gerilmedim bile 🙂  ama yine de fena film olmamış bunların gerilim filmlerini seviyorum ben. sonu ve gidişatı her ne kadar tahmin edilebilinir olsa da keyif alınan bir film olmuş.

konuya gelirsek iki nişanlı düğünden önce aile ziyareti için yola çıkar ama yolda hanım kızımız kaybolur . damat a ne yapsın başlar onu aramaya aradıkça da olaylar beklenmedik bir yere doğru ilerler. onun için polise giden kayıp ilanı veren adam aslında nişanlısını hiç tanımadığını fark ediyor sonra onu bulmak için polislikten rüşvet yüzünden atılmış bir akrabasını da bu iş için özel dedektif niyetini tutuyor. bu iki adam kadını bulmak için uğraşırken bizde akıl yürütüyoruz ne oldu acaba diye çok sürmeden de ampul yanıyor olayı anlıyoruz.

biraz ön bilgi olacak amerikan yapımı bir film vardı hayatın benim diye oradan bir parça esinlenme hatta daha fazlası var gibi bilemeyeceğim belki de amerikalılar esinlenmiş hiç oturup araştıramayacağım. işte film size eğer izlediyseniz o filmi hatırlatıyor ki onu yazarken de ne kadar kolay çözülen bir film olduğundan yakınmıştım.

şöyle biraz kafamı meşgul edeyim ama çok da zorlamayayım diyorsanız tam da sizlik bir film .

not : ne kadar eleştirsem de seviyorum böyle filmleri canım 😀

iyi seyirler efem 🙂

TAYFUN

Tayfun , Jang Dong Gun ‘un ilk anda dikkatimi çekti bir film . televizyonda gördüm ve oyuncuları görünce değiştiremedim.  Jang Dong Gun üstelik kötü adam olunca izlemezsem olmazdı .  bu adam da çok ünlüymüş ama ben daha yeni dizi sayesinde tanıdım olsun geç oldu güç olmadı.

film ağır bir dram öyle böyle değil .  oyunculuk performansları iyiydi ama aksiyon kısımlarını falan sevmedim senaryoda fazlasıyla zorlama diyeceğim kısımlar yok değildi . biraz hayali komplovari yanları yok değilse de filme kötü puan veremiyorum . iyi yanları kötü yanları vardı bunlar birbirini götürdü 🙂

kuzey koreli bir aile bir gün güney den gelen bir balonla oraya göç etmeye karar verir ama kaçış sırasında yakalanırlar ailenin iki küçük çocuğu dışında tüm fertleri öldürülür. geriye kalan çocuklar içinse korkunç bir süreç ve hayatta kalma mücadelesi var.

o küçük çocuk büyür güçlü bir suç örgütünün başına gelir intikam planları kurar , güney korede içinde bulunduğu bir takım siyasi ve askeri unsurlar için bu çocuğun peşine bir asker takar olay da onun ülkeyi bu suçlu tarafından tehdit edilen kimyasal silahlardan korumaya çalışması üzerine inşa edilmiş.

dediğim gibi dram dolu bir film ama oyunculuklar iyi kötü adamı sevdim acıdım , iyi adamla kötü adam birbirini anlıyor başka şartlarda arkadaş olabilirdik gözüyle bakıyorlar hayatın acımasızlığı üzerine bir film izlemek isterseniz bence fena değil .

hoşçaklaın efem 🙂

BestSeller ve Makinist

Yapacak işin yoksa yazı yaz kafam da duracağına burada dursun efem . best seller iyi bir psikolojik gerilim . yani alışılagelmiş bir senaryosu var kimi yerler fazlasıyla tanıdık ama yine de film kendini iyi kotarıyor . zaten sinemanın çok sevdiği klişeler yok mudur ? kaçışınız olmayan bunlardan bir kaçı: birbirini seven iki insandan birinin ölümcül hasta olduğu aşk hikayeleri , hayaletli evler ve şizofreni vb. şekilde çoğaltılabilinir .

başarılı bir yazar öyle ki son yirmi yılın en çok satanı fakat bir gün yeni yayınlanan peynir ekmek gibi satan kitabının başka bir yazardan esinlenme olduğu kaba tabirlerle arak olduğu anlaşılınca hayatı alt üst olur. kore olunca işin içinde kadın resmen toplum dışına itilir. kocası da boşanma davası açar. yazar da küçük kızını alıp yayıncısının ona tavsiye ettiği küçük bir kasabada bir ev tutar . bu ev kore savaşı sırasında bir misyonerin yetimhane olarak kullandığı bir evmiş. bu kısım fazlasıyla ipek çocuklarını hatırlatmadı değil 🙂 neyse bir çok yazar yazamadığında bu eve gitmiş öyle diyolar.

yazar hanımda bu evde yazamamanın ceremesini çekmektedir tıkanmıştır ki bu berbat duyguyu azıcık biliyorum yazar olduğum değil tabi ki yeri geliyor şuraya iki satır karalayamıyorum ondan , tabi iddialı olmadım hiç bir zaman ama bazen ilk okul öğrencilerini bile aratıyorum 🙂 yazar böyle debelenirken küçük kız hayali arkadaşının ona anlattığı bir hikayeden bahseder ,bizimki de bunu yazar, hemen basılır yine şaşalı bir dönüş olmuştur ta ki bu kitabın on yıl önce yazıldığı ortaya çıkana kadar . yazar ikinci kez başkasının kitabını kopyalamaktan suçlanır ve kimse  küçük kızının bunu anlattığına inanmaz. o da ne yapsın gerçeğin peşine düşer ve o eve geri döner. tabi sırlar da bu noktada ortaya çıkar. sonlara doğru o gerilim kısmı kayboluyor ama yerini şiddet ve kovalamaca alıyor sıkılmadan izlenebilinir  hatta bol kepçe kullanacağım iyi film bu 🙂

gelelim diğer filme holivudun çok bahsedilen filmlerinden biriydi ama bu sebeple izlemedim televizyonda dek geldim ona mahkum olunca bende neymiş bu diye baktım haliyle . aslında makinisti pek anlatmaya gerek yok benim dışında herkes de izlemiştir sanırsam. trevır ın uykusuzluk problemi vardır. iş yerinde bir arkadaşının kolu kopar bunu sebebi de trevır olunca orada istenmez , zaten berbat ve yalnız bir hayatı vardır üstüne insanların tavırlarıyla hayatı iyice çekilmez olur . trevır evine birilerinin girdiğini düşünmeye başlar , insanlar ona komplo kuruyordur, paranoyak mı davranıyor yoksa gerçekten öylemi bunların sebebi ne gibisinden sorular filmde sizleri bekliyor . iyi film tabirimi buna da kullanmak istiyorum . baş rol oyuncusu da döktürmüş . merak , gizem , psikoloji , gerilim ne arasan var bence .

bu kadar gevezelik yeter ben kaçtım . esen kalın efem.

Penny Pinchers ve PARA Üzerine

Penny Pinchers ve ya diğer adı ile many a litle romance adlı film ile sizi uzaklara asya diyarına götüreceğim.  aslında hiç aklımda yoktu film izlemek hele de kore filmi malum son zamanlarda hep eski filmlere ve yeşilçama dadanmıştım ama dün akşama tesadüfen gördüm filmi ee baş roldeki adamı da görünce hayır diyemedim.

filmin konusunu okuyunca ilgimi çekti. üniversite mezunu iş bulamamış sürekli annesinden para isteyen borç içinde ama yine de müsriflikten geri durmayan bir adam ki bu karakteri kendime çok yakın buldum hele de onun o şeker yüz ifadesiyle oyunculuğunu pek sevdiğimden bağrıma bastım.

diğer tarafta cimri mi cimri , her yolda para kazanan bunu hayat gayesi olarak edinmiş , hiç arkadaşı olmayan , gayet tuhaf kızımız var . benim en haz etmediğim huylardan biridir cimrilik. tamam müsrif de olma ama cimrilik fena illet be. boş şişleri satıyor, çöpleri ayırıp satıyor kahve içmeye gittiğinde bile şeker aşırıyor her türlü daleverede bunda .

bu ikili komşudur ve bir şekilde bir araya gelir. ben bundan sonra adam kıza doğrusunu öğretecek diye umutlanmıştım yani her şey para değildir olayına gider bu iş diye gereksiz bir beklenti içine girdim. filmin para ile ilgili olmasını sevdim. gerçekçi olmuş ki herkesin inkar edemeyeceği bir gerçek var. para çok ama çok önemli. bunları göz ardı edelim demiyorum. zaten filme de sırf her şeyin para ve gerçeklik ekseninde olması yüzünden başladım lakin benim bu aşırı hayalperest ruhum nedense filmi izlerken sonunda o fazla gerçek üstü beklenti ile doldu. her şey para değildir la diye haykırmak istedim ama koreliler beni dinler mi onlar hep bir değişik yolunu bulur bu filmi de sonunda başka şekilde bağlar.

yıllarını para uğruna heba etmek , gençlikten kaybetmek , hiç kimsesi olmadan yaşamak , sürekli çalışmak ve sonunda aslında bütün hayatı bir hiç uğruna tüketmek bence olmaması gereken bir durum . finalde böyle bir mesaj beklerdim ama onlar yine de çalışır , biriktiririz moduna gittiler. kızımız oğlanı kendine benzetti.

maddiyata çok fazla önem veriliyor . demiyorum ki sadece maneviyatla olur ama ikisini dengesini de bulmak lazım.  eskiden yemekteyiz diye bir program vardı sofra adabımızı bozmuştu atalarımızın misafir umduğunu değil bulduğunu yer sözüne karşılık , beğenmemeler , aşağılamalar, küçük düşürmeler ,puanlama sistemi gelmişti.  tam bu illetten kurtulduk dedik şimdide kılık kıyafet programları çıktı . bu sefer insanın ambalajına göre değerlendirilmesi çıktı piyasaya. nedir bu anlamadım. insanları mı puanlıyorlar. ne marka ayakkabı ,kaç paralık çanta ,ne kumaş elbise giymiş bana ne, sanan ne . hiç bir zaman insanların dış görünüşüne bakmadım, kendim içinde bunu bir kıstas olarak görmedim o yüzden özensizimdir ne bulsam onu giyer çıkarım. zaten bana ye kürküm ye muamelesi çekecek insanlarla hiç işim olmaz. o yüzden paketi yargılayan insanları kaybetmemek için çabalayamam.  nedense her yarışma programı değerlerimizi biraz daha köreltiyor. bu günlerde güzel bilgi yarışmaları var ama mesela  büyük risk , plaka , kime niyet kime kısmet ve kelime oyunu öğretici , bilgilendirici ,eğlendirici işte yarışma dediğin böyle olacak. ve merak ediyorum en son ne zaman sadaka verdiniz , ne zaman karşılıksız birine yardım ettiniz, ne zaman insanları gerçekten tanımaya çalıştınız. ön yargılarımızı kırmalı ve hayatı da fazla ciddiye almamalıyız hele sahip olduğumuz eşyaların bize sahip olduğu yapay mutluluklar için kendimizi yıpratmamalıyız.

sonuç olarak maddeye bağlı mutluluklar gelip geçicidir aynı o maddeler gibi. hazır yaşlı nineler gibi öğüt veriyorum. gençler siz de otobüslerde yaşlılara yer verin bilhassa biz bayanlara oki 🙂 . film i de unuttum bu arada biraz uzun olmasına rağmen güzeldi , eğlenceli ve güldüğüm kısımlar vardı. içinde kendinize dair bulabileceğiniz mesajlar saklı ve az biraz da düşündürücü . haydi kalın sağlıcakla

 

Film Zamanı …

Bu akşam sıkıntıdan bari bir yazı yazayım dedim . Yapacak pek bir şey yok aslında ben istemiyorum sanırım yapmayı . Neyse son zamanlarda pek yazı yazmamışım ve bari bir yazı yazayım diye buradayım. Bu günlerde film izleyip manga falan okuyorum boşta kaldıkça tabi . Yoğunum biraz.  Zamanın nasıl geçtiğini pek anlamıyorum sanırım.

İki film birden anlatmak niyetim. Birincisi kore yapımı bir gerilim polisiye olan Blind yani kör. İsminden de anlaşılabileceği gibi görme yeteneğini kaybetmiş eski bir polis akademisi öğrencisi olan baş rolde ki bayan karakterimiz bir gün bir kadını arabasıyla çarpıp kaçıran bir adamın olduğu bir olaya şahit olur.  Vur kaç olayını ihbar için polise gider ama polis onu pek ciddiye almaz. Sonrasında kadının ikna gücüyle işi araştırmaya karar verirler. Ödül verileceğini dair bir ilanı gören genç bir çocukta polise gidip olayı gördüğünü söyler ama anlattıkları ile kadının söyledikleri birbirini tutmamaktadır. Bundan sonrası ise bir kaçma kovalama olayına dönüşüyor . İzlenebilinir fena değil. Katilin en başından beri biliyoruz daha çok insanların sağ kalma mücadelesi izlenir kılıyor yoksa çözülecek bir gizem yok. Tavsiye edilir.

Diğer filmimiz ise daha meşhur Taking Lives  yani hayatın benim . Bir FBI  ajanı ve seri katili yakalama hikayesi,  sıradan oldukça tahmin edilebilinir hatta katili gözümüze gözümüze sokmuşlar daha adamı görür görmez katil bu dedim 🙂 Hikaye sıradan ama izleniliyor . Hele de bu günlere FIB ajanlarına takılmış biri olarak sebep tabi ki Spencer Reid ben fena bulmadım.  Spencer reid dedim de ne zaman gelecek bu criminal minds ın yeni bölümü zaten iki üç tane dizi takip ediyorum onlarında bölümleri ayda bir geliyor olmuyor .  Onlarda sezon arasına girdi bile . Kendime yeni uğraşlar bulmalıyım . sıkılıyorum. Mangalar kitaplar beni bir süre oyalar gibi . Bir de eski filmler var onlardan da bahsedeceğim gelecek yazıda . Umarım heyecanlı , macera dolu hiç sıkılmayacağınız bir yaşamınız olur.

Şimdilik bu kadar efem .

 

Ben Ben Yine Ben …

Bloguma uğramadığım için vicdan azabı çekiyorum hele bahsetmek istediğim o kadar şey varken onların birikmiş beklemesine üzülüyorum. Bu yüzden uzunca ve daldan dala bir yazı ile karşınızdayım.

Geçenlerde blog ödüllerinini dağıtıldığı bir mim dolaştı blog aleminde malesef ben o anı yakalayamadım ve o ruha dahil olamadım şimdide yazmak istemiyorum çünkü o ambiyansı kaçırdım fakat çok eğlenceli bir mimdi, yazı yazan arkadaşları tebrik ediyorum ben okurken çok eğelendim.yazı yazmayı unutacağım derken bir mim geliyor ve benim blog unutulmaktan kurtuluyor. nerdeyse mim yazmak için gelir oldum bu taraflara. bir çok blogger beni listesine almış çok mutlu oldum hele beni tanımlama biçimlerine bayıldım. bu sıralar meşgul olduğumdan pek uğramadım ya beni hemen unutmuşlar listeye almayanları ben kara listeye aldım muahhaha şaka şaka merak etmeyin deli winpohu işte.

neyse efem bu mim i yazmak çok zor şimdi kendimle ilgili şeyler yazacağım mim in bir kısmını yazmış olurum hiç olmazsa .çok konuşmama rağmen kendimi anlatmayı beceremiyorum pek. bakmayın çok konuştuğuma eğer karşımdaki ile samimi değilsem sus pus çekingen biri olurum.

ben ingiliz edebiyatı tutkunu ayrıca bbc drama uyarlamalarının hastası,  aksan sever biriyim. her milletten ve her tarzdan  müziği dinlemeyi severim . müziksiz yaşayamam . aynı şekilde filmleri çok severim sinema insanıyım.

animeleri severim . kitap okumak en sevdiklerimden. madem sevdiklerimden gidiyorum çikolata ,dondurma,tatlı sever bir insanım. balık burcuyum bu sebepten hayalciyimdir. en çok dünya turu yapmak istyiyorum.

hediye almak çok hoşuma gidiyor. merhametliyimdir ama aynı zamanda kararsız ve dikkatsiz bazen de çok patavatsız. üstelik sakar aman tanrım kdramadaki saf kızlardan değilim ama 🙂

winpohu nun gizli kişiliğinden ip ucuları verdiğime göre diğer şeylere geçebilirim. mesela .kankamdan aldığım rüzgar gibi geçtinin ingilizcesini okudum lakin sadece ilk partıymış şimdi yeni partını arayıp bulmak kaldı. sahaf sahaf dolaşıp nasıl bulacağım bilmiyorum.

ingiliz dizisi izliyorum The It Crowd sadece 20 dakika ve her sezon sadece 6 bölüm olunca takip etmesi çok kolay oluyor. öncelikle sırf aksanları için başladığımı belirtmeliyim üstelik kolay anlaşılır bir dizi. daha  sonra komedi kısmı var ben severim komediyi dizi kendini izlettiriyor ve baya kahkahalara boğuyor 🙂 Roy karakterini gerçek hayatta birine benzetiyorum izlerken hep aklıma geliyor. kendisi irlandalıymış daha geçen bölümde öğrendim.IT departmanının çalışanlarının o akıl almaz hayatları sizi mest edecek. en sevdiğim kısım ise her telefonu” kapatıp yeniden açmayı denediniz mi ” diye cevaplamaları .3 sezonu izliyorum tavsiye olunur.

ditto donggam adlı bir kore filmi izledim. film biraz uzun olsa da güzeldi. gelecekten biri ile geçmişten birini bir radyo sayesinde iletişimde olmasını anlatıyor. severim böyle zaman ile ilgili filmleri hoşuma gitti. eski koreyi izlemek o üniversite hayatı falan iyiydi. sonra o ikisini devamlı akşamları sohbet etmeleri. sonu tahmin edilirdi. ben anladım. eğlenceli kısımları da vardı. mesela replikler genelde çok hoşuma gitti. örneğin çocuğun kızı beklediği ama kızın gelmediği sahne için çok yakışıklı olduğumu görünce çekinip gelmedin değil mi demesi .

flower boy ramyun shop izliyorum. kardeşlerim yüzünden başladım desem yeridir. merak işte kediyi merak öldürür. 11 .bölümü izledim öyle ahım şahım harika çok farklı demeyeceğim. fakat eğlencelik kısımları var, bazı yanları farklı bu sebepten takip ediyorum. bu dizi için söyleyebileceğim bir tek şey var o da direk diye tabir edilen büyük ihtimalle ikinci, adam olacak kişi . bu adama merdiven diyorum ve benim favorim o. eğer o kazanmazsa çok üzüleceğim. her dramada hep ikinci adamlara acır fakat esas adamı desteklerdim. her zaman böyleydi lakin bu dramada cisooo çok tatlı olmasına rağmen ki sırf onun için başladığım bir dizidir. kendisini o yakışıklılığına 49 days ten beri hayır diyemiyorum. buna rağmen benim için favori merdiven oldu. o nasıl naif bir karakter. devamlı uyumak istemesine rağmen işlerini yapan. merhametli ,herkese karşı sevecen , düşünceli , sevimli , farklı anlatılmaz bir şirinlik barındırıyor. kıza acayip sinir oluyorum. hemen hemen her dizi de bu böyle kızlara uyuzum. yine de bu uyuz kızı merdivenciğim alsın olay da kapansın.

beni aşağıladın şarkısını da pek beğendim hemen arayıp buldum mp3 ümde saklı şimdi. dizinin komedi kısımlarından birinden bahsetmek istiyorum dalga geçmek için yapılmış sanırsam çocuk yurt dışından geliyor her dramada vardır ya bu olay fakat bunda cool değil. aksine ingilizce bile konuşamıyor . babasına hamburger sipariş etmek bile zordu onlar benden ingilizce konuşup okumamı istediler dedi ya koptum. neymiş dizilerden oraya gidince hemen öğreniliyor sanmış. muahah bir de  no problem dediği için babası vay ingilizceni baya ilertletmişsin dedi ya . hahah harikasınız 🙂

only yesterday adlı bir anime izledim. çok çok çok ama çok güzeldi . yine geçmiş yine geçmiş.

istesek de istemesek de kelebek olup uçmak için tırtıl olmak gerekir.

27 yaşında ki taeko  bir kır gezisine çıkar ama yanında anıları da vardır. anime boyunca taeko nun beşinci sınıfta ki hali veriliyor. onun anlatımları ile geçmişte yaşadıklarını ve bu gününü izliyoruz. çocuklar o saf halleri falan çok ilginçti. sonra çizimlere bayıldım. eski atmosfer beni hep cezbeder.

müzikleri de çok güzeldi. ben şarkılara bayıldım . bir şarkı bana fazlasıyla balkan esintilerini hissettirdi. o bezbolcu çocuk çok şirindi. bende bulutlu günleri severim.

bir  şarkı var. cesaretini kaybetme , ağlamaktan nefret ederiz . öyleyse gülelim. sonra diğer şarkı bu gün olmazsa yarın var. yarın olmazsa öbür gün var . öbür gün olmazsa bir sonraki gün var yarınlar hiç bitmez 🙂

animesinin finalini çok sevdim her yerden çocuklar çıktı sonra orada çalan şarkıyı çok sevdim.

Kimi der ki, bir nehirdir aşk, narin sazları boğan.
Kimi der ki, bir bıçaktır aşk, kalbini çizip kanatan.
Kimi der ki, açlıktır aşk, bitmez tükenmez bir sıvı.
Ben derim ki, bir çiçektir aşk, ve sensin tek tohumu.
Kırılmaktan korkan kalp, sevmeyi öğrenemez asla.
Uyanmaktan korkan rüya, hayal edemez asla.
Fedakarlık etmeyi bilmeyen, kimseden fedakarlık göremez.
Ve ölmekten korkan insan, öğrenemez yaşamayı asla.
Geceler çok soğuk, yollar uçsuz bucaksız gelirse
Ve aşk sadece şanlılar içinmiş gibi görünürse
Unutma ki kışta, soğuk karların çok altında
Güle dönüşecek bir tohum yatar, baharda güneşin sevgisiyle..

keyifli seyirler. ve beni özleyin 🙂