Normalde izlediğim film yada okuduğum kitapları yazacaktım ama bu diziyi bitirince soluğu burda aldım çünkü uzun zaman sonra anlatmalıyım dediğim bir yapıma denk geldim. Aslında kore dizisi izlemeyeli çok zaman olmuştu. Nedense yarım bırakıyordum bu diziye de başlamış 2. bölümde sıkılıp bırakmıştım. Ya modum uygun değildi yada yine mi şirket entrikaları diye düşündüm ama bir şey işte bir şans daha ver dedi ve ben neden bu kadar beklemişim diye kendime kızdım. Kıymetini bilememeşim dizinin 🙂
Başrolünde bizim meşhur PASTA dizisindeki yeap şef oynuyor diye açıp izlemeye başladığımı itiraf edeyim ama dizi öyle bir sardı ki şimdi nerden başlayıp nasıl anlatsam bilemedim. Diziyi anlatmayı beceremesem diye baştan söyleyeyim ben sevdim siz de bir şans verin efem 🙂
Bu kadar muhabbetten sonra artık bir giriş yapalım değil mi ? Başrollerinde lee sun gyun ( bu adamın dizi ve filmleri saymakla bitmez ama çoğunlukla ödüllü parazitten tanınıyor) ve IU/Lee ji eun (kendisini en son scarlet heart ryeo da izlemiştim lee jun ki ile birlikte ciğerlerimi dağlamıştı) var. İki başrol oyuncusunun da oyunculuklarını beğenirim.
Bence tür olarak slice of life olmalı her ne kadar bazı yerler tabi ki kurgu olsa da, genel anlamda sanki çıplak hayat gerçeklerini yüzümüze çarpıyor. Konusu ise her zamanki gibi bir şirket (olmazsa olmaz) ile şirket çalışanları etrafında şekillenen bir dizi. Şirkette çalışan 40 lı yaşların başındaki ajusshi (buna bayım diye çeviri yapıyorlar ama ne kadar doğru bilemedim ) ile 20 li yaşların başındaki geçici eleman (en alt kademe çalışanmış/ taşeron diye de çeviriyorlar) hanım kızımızın yollarının kesişmesi ile başlıyor olaylar. Çalışanları ile onların hayatları, acıları, aileleri dahası hayat mücadelesi üzerine hayata dair ne varsa sergiliyor dizi. Bunun yanında şirket entrikaları, ayak kaydırmalar, kıskançlıklar, özlemler, mutsuzluklar, başarı ve mevki peşinde koşmalar. (para mutluluk getirmiyor ki ) Dizi de her türlü duyguya yer verilmiş sanki. Oyuncularda gayet başarılı.
Ofis ortamı konusunda zaten diyeceğim yok üç aşağı beş yukarı iş ortamları hep böyle maalesef. Bizim bu esas adam ( artık esas oğlan da denmez ki 40 yaşında adama) hikayenin baş rolü olunca , onun ailesi, arkadaşları , annesi, kardeşleri, karısı, çocuğu vs. derken bir sürü yan karakter dahil oluyor hikayeye ki ben çok sevdim bunu çünkü karakterlerin hepsi bir tutunamayanlar seçkisi gibi. Hepsi hayatta şöyle yada böyle başarısız olmuş ama bir şekil de de hayatlarını idame eden tipler. Aynı mahallede oturan bu insanların hepsinin kendi özgü bir özelliği ve hikayesi var. İzlerken hepsinin yerine geçip empati kurabiliyor insan. Onlara hak verip onlar için üzülüyorsunuz (yazar burda kendi sıkıntılarını unutup tatmin oluyor sanırım 🙂 )
Mesela büyük abi çalıştığı şirketten ayrılmış sonra kurduğu her iş iflas etmiş ve en son karısı onu terk etmiş. Küçük erkek kardeş tek bir film bile çekemeyen bir yönetmen ve tabi en çok empati kurduğum mahalledeki barın sahibi kadın. Sevdiği adam onu bırakıp kesiş olmuş ama kadın adamı 20 yıl beklemiş. Onun o yalnızlığı içime işledi. Başarısız oyuncu kızımız ve 3 oğlu olduğu halde hala çalışmak zorunda kalan yaşlı annemiz ile mahalle sakinleri de hep bir dert sorunla boğuşuyor.
Başol erkek yani şirket müdürü ise hayatı mutsuzluk içinde geçen ama sorun olduğunu bile anlayamayacak kadar bıkkın bir karakter. Melek gibi kalbi ve iyi niyetine rağmen hayatın hiç mutluluk getirmediği müdürümüz sevilesi bir kişilik.
Hanım kızımız ise hayatın tokadını daha çocukken yemiş, annesi terk etmiş, tefecilerle uğraşan, borç ödemek için gece gündüz çalışan, yatalak üstelik sağır ve dilsiz bir büyükanneye bakmak zorunda olan fakat çok güçlü ve zeki bir karakter.
Bakmayın çok dram bir tablo çizdiğime dizi boyunca eğlenceli komik sahneler de yok değil. Aynı hayat gibi.
Ben hem çok konuştum hem de spoiler verdim gibi hissediyorum o yüzden sevdiklerime geçiyim yazıyı sonlandıracağım efem.
Mesela uzun uzun yürüyüşler var dizi de akşamları sokaklarda , Müdür ve bizim hanım kızımızın sık sık yaptığı yürüyüşler o sahneleri çok sevdim. Şöyle uzun uzun yürümek istedim.
Kimsenin kimseye karşılıksız iyi davranmadığı zamanlarda birilerinin diğerlerine iyilik yaptığını görmek gülümsetti. Aile ve arkadaşlık kavramını bu kadar iyi yansıtmalarını sevdim. Hayatın inişli çıkışlı bir yol olduğunu görmek güzeldi. Herkesin kendi içinde dertleri var dedirtti. Kimse mükemmel değil. Karakterlerin hata yapıp pişman olmalarını, öz eleştiri yapıp hatalarını telefi etmelerini sevdim. Kimse melek değil dedirtti herkesin bir kusuru var. Mesela müdürün karısına bile empati kurdurttu dizi.
En sevdiğim sahne ise metro da kızın, müdüre seni özlediğim için bekledim dediği sahne oldu. Adamın o şok ifadesi çok iyiydi.
Dizi müzikleri çok iyiydi. One Million roses şarkısını defalarca dinledim. Bizden bir hikaye gibiydi. Herkes mutlu olmak istiyor ama şans her zaman bizden yana olmuyor işte. Dram diye başladım ama ağlayamadım efem oysa ağlatsın istiyordum. Bir de tatmin etmeyen kusuru Finali oldu ben ne zaman şöyle tatmin eden bir final izleriz bu kore yapımlarında bilemiyorum.
Sinirlendiğim nokta ise maalesef hala hissedilen sınıfvari bir toplum düzeni var mesela yöneticiler ve onların yaşamları, hayatlarındaki lüks ile geçici eleman, ona davranışlar ve onun yaşadığı çevre bunu açıkça göz önüne seriyor. Evet sınıf değil bunun adı kast sistemi de değil ama onun modern hayat uyarlaması, mevki ve para bu sefer sınıf yerine geçiyor çok üzücü.
Birde yaş olay var iki insan birbirini anlıyorsa gerisi hikaye 40 yaşında bir adamı yalnızca 20 yaşında olup da 30.000 yaşında gibi hisseden hanım kızımızın anlaması gibi. Üstelik aciz kızı koruyan şövalye yerine küçücük kızın koruduğu koca bir adam var daha ne olsun. Boş verin klişelerini belki içinizi ısıtır bu hikaye. Kendinizden bir şeyler bulursunuz.
Benden şimdilik bu kadar efem esen kalın 🙂
Umarım tüm sevgiler karşılık bulur….