Dersimiz Korece : Mim

Ben mim yazmayalı e çok zaman geçti bir sürü mim geldi ama bir türlü yazamadım sonra da maalesef unuttum gitti bu yüzden çok özür diliyorum . hazır hafızamda yer almışken bu mim i yapalım da beni mimleyen cadıcığım  kızmasın emi 🙂

mim için düşünürken ne çok korece kelime biliyormuşum ben hayret ettim . dizileri izlerken öğrenmiyorum genelde kelimeleri şarkılardan duyuyorum dizlerde alt yazılara takıldığımdan pek de verimli olmuyor öyle fazla da izlemiyorum demek ki gerçek bir izleyici olsam kursa gerek kalmadan korece konuşacakmışım he he 🙂

gelelim mim e konu çok güzel en sevdiğiniz korece kelime valla çok zorlandım hepsini de seviyormuşum , cebal kajima, pogoşipo, çigullle vs. şeklinde favorilerim vardı ama tek bir kelime seçmem gerektiğinde kararım ” şiro” oldu . Biz şiro dioruz ama gerçekte fonetik olarak yazılışı silh- eo imiş  anlamını da istemiyorum diye bilenler için google translata sordum aslında nefret ediyorummuş. valla ben onun yalancısıyım 🙂

gelelim seçtiğim diziye tabi ki boys over flowers orada ki malum sahne yüzünde şiro belleğimde yer etti. bakınız aşağıda yer alıyor . goo jun pyo ya şiro diye bağıran jandi uyuzu .  dün dizinin türkçe dublajını görünce fragmandan sonra baya bir sövdüm ama ne edersiniz olan olmuş. çok kızdım ya böyle dublaj mı olur. jandinini sesi insanı intihara sürükler bu kız olduğundan daha da gıcık olmuş .ismi yaban çiçeği saati 22.15 vs derken işin nereye gideceğini tahmin etmeliydim ama neyse diyorum .

seçtiğim şarkı için yine google amcaya sordum . aslında çok fazla korece şarkı dinlemem rağmen aklıma içinde şiro geçen şarkı gelmedi bende gittim yardım aldım ve araştırdığım onca şarkı içersinden sizlere bunu seçtim. içlerinde bir şarkı da vardı ki 60 lar 70 ler 80 ler falan derken her dönemde kendine yer bulmuş demek ki şiro her dönem insanının duygularına tercüme olmuş 🙂

 

seçtiğim resim valla nefreti anlatan pek bir görsel bulamadım .size bunu seçtim . benden bu kadar bu korece kelimeleri çok sevdim belki onlarla ilgili ayrı bir de yazı yazarım. mim i yapmayan herkese postlamış olayım buyrun sizde yazın canlar .

şimdilik esen kalın 🙂

Witness for the Prosecution – Beklenmeyen Şahit

Billy Wilder ‘ın filmlerine baktım geçenlerde çiftte tazminatı izlemiştim merak ettim başka neler var diye. Meğersem o meşhur Sabrina kendisine aitmiş ayrıca benim cuma kızı versiyonunu izlediğim front page adlı bir uyarlamasını bile yapmış. Bir sürü film vardı merak ettiğim en çok sunset bulvarı nı izlemek istiyordum ama onca film arasından bunu seçtim çünkü  hikaye agatha christie ye ait , malum çok severim kendisini ,hiç vakit kaybetmeden başladım izlemeye.

filme geçmeden önce yönetmene , senariste , oyunculara tam puan verdiğimi belirteyim , onları övmek için söyleyecek söz bulamıyorum , hepsi de iyi iş çıkarmış ortaya gerçekten dillerden düşmeyecek bir ziyafet çıkmış .

Genelde yorumlar finalle ilgili kimsenin tahmin edemediği ve çok şaşırdığı yönünde ama ben en başından beri biliyordum belki yazarın tarzına olan alışkanlığımdan belki hem ters köşe senaryolar olsun diye beklentimden olması gereken budur dedim ve sonunda yanılmadım 🙂

Film 1957 yapımı yönetmeni billy wilder tabi ki , polisiye gizem türü , senaryosunda Agatha Christie, Larry Marcus, Billy Wilder, Harry Kurnitz gibi büyük bir kadro var , IMDB Puanı: 8.4  ülke de tabi ki ABD.

En iyi mahkeme sahnelerinin bu filmde bulunduğunu söyleyenler azımsanmayacak kadar çok . Bende izlediklerim arasında paradine case ve bu filmi en iyi mahkeme sahneleri konusunda listelerde ilk sıralara yerleştirdim.

Gelelim konusuna kalp krizi geçirdikten sonra ilk defa iş yerine gelen zeki avukatımız sıkıcı davalar almak zorundadır , doktoru öyle tembihlemiştir lakin o bunu istemez ve zor bir davayı kabul eder. bu dava bir cinayet davasıdır. genç bir adam yaşlı bir kadını öldürmekten suçlanır.  üstelik adamın karısı onun aleyhine tanıklık etmekte kocasının katil olduğunu söylemektedir. fakat avukatımız adamın masum olduğuna inanmıştır. artık onun suçsuzluğunu ispat için çalışmaya başlar.  geçekten iyi bir film , finali de hoş olmuş ben pek sevdim , asla sıkılmayacağınıza eminim . iyi seyirler efem 🙂

The House on Telegraph Hill, Telgraf Tepesindeki Ev

Film 1951 ABD  yapımı , yönetmenliğini Robert Wise yapmış , gerilim gizem türünde siyah beyaz filmler içerisinde iyi bir puan almış 90 dakikalık bir seyir sunuyor.

polanyalı victoria 1939 yılında nazi almanyasının toplama kamplarından birinde kalmaktadır. arkadaşı karin ile zor yıllar geçirirler ve karin buna daha fazla dayanamayarak ölür. o zor yılların ardından savaş biter . victoria nın döneceği bir evi , kocası , akrabası yoktur. oysa karin ‘in zengin bir teyzesi amerikadadır ve oğlu da onun yanındadır. victoria için düşünecek çok fazla bir şey yoktur. kendine bir kurtuluş olarak gördüğü tek bir yol vardır o da karin ‘in yerine geçip amerikaya gitmek. zaten teyzesi karin çocukluğundan beri görmemiştir, oğlu da çok küçüktür karin ‘i tanıyamaz , victoria onu kimsenin tanımayacağından emin olduğu ve karin ile ilgili her şeyi bildiği için onun kimliği alır ve amerikaya ya yeni bir hayata gitmek için kolları sıvar. Ancak dört yılı bulur bunu gerçekleştirmesi. amerikaya vardığında teyzenin öldüğünü , her şeyini , bütün mirasını karin ‘in oğluna bıraktığını ve bu çocuğa da bir vasi tayin edildiğini öğrenir. rahat bir yaşam için çocuğun vasisini tavlayıp onunla evlenir .

yeni yuvası olan telgraf tepesindeki eve gelene kadar her şey rüya gibidir. ta ki gerçekleri görmeye başlayana kadar. Victoria ‘nın kuşkuları ile o gerilimli hava , ip uçları , dadı ve victoria nın kocası,  bir de eski asker şimdinin zengin mirasyedisi avukatı işin içine girince film pek fena olmadığını kanıtlıyor.  eve bayıldım , tek kelime ile harika , senaryo fazla değişik değil klasik ama bu filmi kötü yapmıyor yine de izlenilir kılan bir kaç detay var , merak unsuru fazla olmamasına rağmen sonuna kadar izledim. en iyisi sahne herhalde meyve suyu sahnesiydi. o sahne bana şüphe filmindeki süt sahnesini hatırlattı , orada da dam elinde süt bardağı merdivenleri çıkarken geriliyor insan ve bundan sonra birinin verdiği bir içeceği içmekten tırsabilirim bile 🙂 meşhur gazoz muhabbetine döndü bu iş he he 🙂 dadının da tuhaf bir kişilik olduğunu belirtmeliyim , finalde takındığı tavırı beklemiyordum . yine bir siyah beyaz film yine bir iyiler kötüler davası yalnız ne  tory ne de avukat bey melek değil bu da bir gerçek.  Meraklılarına tavsiye edilir .

esen kalın efem 🙂